Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Allah'ım biraz konuşabilir miyim bağışla Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla Ben de konuştum çok, çoğu boş, boşlukları doldurdum Yarım kalmış bir çay gibi soğuttum kendimi, İçime şeker attın, tatlanmadım yine Seni anlayamadım, tişört yazıları, sokak isimleri, Plaka harfleri, medet umdum tümünden, bir tıkız idrakle tıkandım, Yağmurları
Hayat uzun bir bekleyişti.Aşk uzun bir bekleyişti. Gençlik uzun bir bekleyişti.Sevgili ,cephelerden mektuplar yollayan , başucumdaki resimdi. Başucumdaki resim ,eksik kalmış kavuşmalardı. Kavuşmalar , bahçe taşlarında duymayı umduğu ayak sesleriydi. Hep çerçeveden çıkarak onu kollarına alan bir genç adam ,gümbürtüsü kulağına gelen kalp atışları, dizlerinin kesilmesi, akıp akıp gitmeleri, büyük dalgalarla kıyılara vurmaları, içinde şırıl şırıl akan nehirler ve her seferinde yarım kalan bir rüya gibi, duyulmamış eksik bir tat...
Sayfa 8 - EverestKitabı okudu
Reklam
Kahvesinden aldığı ikinci yudum daha büyüktü. Canını acıtan cümleler kuracaktı belli ki. Bense sadece susuyordum. Susmanın acıya en etkili yoldaş olduğunu babam ölünce öğrenmiştim. Henüz on altı yaşındaydım babamı kaybettiğimde. Annemle yan yana günlerce susmuştuk. Gözyaşlarımız, babamın kapı önünde duran, kapıdan girdiği an hemen giyebilsin diye burnu içeri doğru bakan yünlü terlikleri, annemin kırk yıllık el emeği dantel fiskos örtüsünün üzerinde kalmış kalın çerçeveli yakın gözlüğü, her pazar dünyanın en önemli işi ciddiyetiyle çözdüğü ama ömrü vefa etmediği için o pazar masa üstünde yarım kalan bulmacası babamın yokluğunun acısını yeterince haykırıyordu. Duvarlar konuşuyordu, her akşam âdeti üzere kahve içmek için oturduğu berjer koltuk konuşuyordu, masaya babam için koyduğumuz boş kalmış tabak konuşuyordu, gözlük, gazete, terlik konuşuyordu... Evde bu kadar çok acı ses varken bizim konuşmamıza zaten gerek kalmamıştı. Üstelik sardunyaya dadanan yaprak bitini bile ilaçlamaya kıyamayacak kadar kalbi sevgi pompalayan bir adamın ölüm nedeni kalp damarlarının tıkalı olması ise bunun ardından ne denilebilirdi ki? Biz de annemle susarak birbirimize yoldaş olmuştuk. Acının ağırlığını taşıyacak kadar güçlü kelimeleriniz olmadığında susmak yapılabilecek en ehven şeydi, beraber öğrenmiştik.
Sayfa 149Kitabı okudu
Irma Garcia'nın yirmi dört yıllık eşi. Eşinin vefatının ikinci gününde, mezarını son kez ziyaret ettikten sonra geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat etmiş. Acının dayanılamaz bir noktaya ulaştığı anda bedenin, ona acı veren her şeyden uzaklaşma refleksi gibi. Acıya karşı oluşturduğu bir savunma mekanizması. Her şeyden uzaklaşıp en sevdiğine varmanın istemsizce dışavurumu. Acıyla mücadele etmekten vazgeçmek, her şeyi bırakıp gitmek ve bunun akılla değil, bedenin verdiği bir refleksle gerçekleşmesi. Bir haber yüzünden daha fazla ne kadar acı çekebilirim diye düşünürken, planlı bir şekilde ilişkilerine bir yıllık ara veren çiftleri düşünüyorum. Bilinçli bir kararla birbirlerinden uzaklaşan, bunun kendilerine iyi geleceğini düşünen çiftlerin karşısına, Joe Garcia'nın yaşadıklarını koyuyorum. Sevdiği yanında değilken içinde taşıdığı acısını, mutsuzluğunu ve eşinin yokluğuna sadece iki gün tahammül edebilen kırgın, yorgun yüreğini düşünüyorum. Sonra o cümlemi hatırlıyorum yeniden. Gerçek sevgi uzaklaştırmaz, özgür bırakır. Irma ve Joe'nun, çok uzaklarda, çok daha adil, çok daha iyi ve çok daha özgür bir âlemden bize baktığını hayal ediyorum. Yarım kalmış, yaşanamamış her şeyin bir gün mutlaka yaşanacağını umut ediyorum. Hüzünle çakıldığım koltuktan kalkabilmem ancak bu sayede oluyor. Çünkü çirkin olan her şeyden uzaklaştığım ölçüde yakınlaşıyorum umuda. Umut etmek özgürlüktür. Umutlarını çaldırma.
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
"Hiçbir şey eksik kalmıyor, ne yarım kalmış bir sevda ne kırılmış bir kalp ne hesabı görülmemiş bir mevzu... Bir gün geliyor 'işte tam da bu yüzden yaşanmış' dedirtiyor."
Reklam
İnsanın yüreği anasının, babasının yarım kalmış hayalleri, atalarının hüzünleri, kalp kırıklıkları, kayıpları tarafından işgal edilebilir miydi acaba?
_Düşler, bilinçaltına giden kraliyet yoludur. Freud _Düşlerde akıl hastalarının yaşadıklarını yaşarız. Wundt _Deli, uyanık bir düş görendir. Düşler bize, gizli doğamızı göstermek ve ne olduğumuzu değil, eğer başka bicimde yetiştirilseydik ne olabileceğimizi ortaya koymak için vardır. Kant _Düşte insanın gerçek karakteri ortaya çıkar. Düşler, kısa
_Maske takarak yaşıyoruz ve maskenin içindeki gerçek beni unutup, ideal benliği gerçek sanıyoruz. Gerçek benliğimizle çatışma sonucu hastalanıyoruz. _Ortaçağda felsefesinde Tanrı, insanı kurgulayarak yaratır ve insan, tanrıya ulaşmak için uğraşır. Bu kurgu dünyası bir sınavdır. Ortaçağ ilkel insanı bu yüzden bir maske takar. Rönesans özgür
Düşler - Histeri Üzerine
_Düşler, bilinçaltına giden kraliyet yoludur. Freud _Düşlerde akıl hastalarının yaşadıklarını yaşarız. Wundt _Deli, uyanık bir düş görendir. Düşler bize, gizli doğamızı göstermek ve ne olduğumuzu değil, eğer başka bicimde yetiştirilseydik ne olabileceğimizi ortaya koymak için vardır. Kant _Düşte insanın gerçek karakteri ortaya çıkar. Düşler, kısa
Reklam
Umarım tam tamam olur…
Yarım kalmış cümlelerim var. Bir eksikliğim var, Seni anlatamıyorum. Bir sözüm var, Bir de yokluğun, Bir kırılganlık, Bir de hasret, Bir yolculuk var,
Peki sanat dediğimiz şey tam olarak nedir? Tanımlaması basit bir şey değil, orası kesin. Her türlü olguyu basitleştirmeye çalışan insanların bağırışları arasında onun ne olduğunu ifade etmek daha da güçtür. Dâhilerden hem olağanüstü olmaları ve münzevi bir yaşam sürmeleri hem de herkese benzemeleri beklenir. Hakikatse maalesef çok daha karmaşıktır. Balzac'ın, "Deha herkese benzer fakat kimse ona benzemez," cümlesi bu durumu çok iyi özetler: Bu, gerçeklik olmadan hiçe dönüşen ve aynı şekilde gerçekliğin onsuz değerini yitirdiği sanat için de geçerlidir. Öyleyse sanat gerçeklikten nasıl vazgeçebilir ya da ona nasıl boyun eğebilir? Sanatçı nasıl işleyeceği konuyu seçiyorsa, işlediği konu da onu seçer. Sanat da bir bakıma dünyada yarım kalmış, geçip giden şeylere karşı bir başkaldırıştır: Onun yegâne amacı, duygularının kaynağını oluşturduğu için korumak zorunda olduğu gerçekliğe farklı bir biçim kazandırmaktır. Bu bağlamda hepimiz gerçekçi olduğumuz gibi, kimse gerçekçi değildir. Sanat ne topyekûn bir yadsıma ne de olan şeyleri bütünüyle kabullenmektir. O aynı anda hem bir yadsıma hem de bir kabullenmedir ve bu yüzden sürekli yenilenen bir kalp kırıklığına benzer. Sanatçının, kendini içinde bulduğu bu belirsizlik asla sona ermez. Gerçekliği reddedememekle birlikte bu gerçekliğin yarım kalmışlığı sonsuza dek süreceğinden ona her daim karşı çıkmak durumundadır.
14 Aralık 1957 tarihli konferans
İnsanın yüreği anasının, babasının yarım kalmış hayalleri, atalarının hüzünleri, kalp kırıklıkları, kayıpları tarafından işgal edilebilir miydi acaba?
"Ya sefere çıkılacak ya da seferden dönülecek. Hayat uzun bir bekleyişti. Aşk uzun bir bekleyişti. Gençlik uzun bir bekleyişti. Sevgili, cephelerden mektuplar yollayan, başucundaki resimdi. Başucundaki resim, eksik kalmış kavuşmalardı. Kavuşmalar, bahçe taşlarında duymayı umduğu ayak sesleriydi. Hep çerçeveden çıkarak onu kollarına alan bir genç adam, gümbürtüsü kulağına gelen kalp atışları, dizlerinin kesilmesi, akıp akıp gitmeleri, büyük dalgalarla kıyılara vurmaları, içinde şırıl şırıl akan nehirler ve her seferinde yarım kalan bir rüya gibi, doyulmamış eksik bir tat..."
Sayfa 8 - Everest YayınlarıKitabı okudu
76 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.