Ken Macleod kitaplarını, Ken Macleod sözleri ve alıntılarını, Ken Macleod yazarlarını, Ken Macleod yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Anti-emperyalist karargâhın insanları her gün barış için can atıyor" diye yazdı Lin Piao, "Neden emperyalist karargâhın insanları barış için can atmıyor?"
Maalesef beklentimi karşılamadı. Bilim kurgu okumayı beklerken daha ağırlıklı olarak siyaset okudum. 84.sayfadan sonra hikayeyle ilgili bir röportaj var ki o kısım da beni zorladı. :(
İnsan CephesiKen Macleod · Ayrıntı Yayınları · 202026 okunma
Savaş çığırtkanlarına ve silah vurguncularına karşı, yıkıma doğru bizi sürükleyen bu pervasız gidişata, bu Azrail ordularına karşı, barış için yanıp tutuşanların tümünü biraraya getirmek gerekir.
Yazar ile tanışma kitabım oldu. Yazarın dilini sevdim ama siyasi bilimkurgu olduğu için kitaba çok ısınamadım. II.Dünya Savaşı'nda Sovyet Rusya'sı ve Stalin 1963 yılında ( normalde 1953 yılında öldü ) sürgün hayatı yaşayıp öldürülmesi ile oluşan alternatif tarihi oluşturulmuş. O dönem hakkında çok bilgisi olmayan için baba oğul veya karakterler arasındaki diyaloglarda sıkılabilirsiniz. Açıkçası konuşmalarda bahsedilen bazı olayları internet araştırmam gerekti. :)
Ana karakterimizin ergenlikten yetişkinlik süreci, siyasi görüşünü ve mücadelesini okuyorsunuz. Bu kısımlarda bilimkurgu pek bulunmuyor. En sonu ise güzel bağlanmış, çok şok olmuyorsunuz ama mantıklı bağlanıyor. Siyasi bilimkurgu ( II.Dünya Sovyet Rusya, İskoçya ) seviyorsanız okumanızı tavsiye ederim.
John küçükken doktor babası Malcom'un NATO binasını ziyaretine eşlik eder. Bu sırada uçak düşer ve içinden pilotu çıkarırlar ama pilot bir çocuğa benzemektedir. Ailesinin belirtmesi üzerine bu konu hakkında konuşulmaz. Günlük gazetenin bile 2 gün sonra geldiği küçük kasabadan daha büyük bir yere taşınırlar ve John'un politik görüşünün gelişmesi, siyasi partilere katılması süreci başlar. Küçükken başına gelen bu olay bir gün yine karşısına gelecektir ve gerçekleri öğrenecektir.
İnsan CephesiKen Macleod · Ayrıntı Yayınları · 202026 okunma
“O ışınların da yıldız ve gezegen imgeleri oluşturacağı tutuyor, öyle mi?”
“Hayır, hayır. Tanrı onları öyle tasarlamıştır. Bizi kandırmak için değil, elbette değil… Bize gücünü, sonsuz yaratıcılığını göstermek için. Tanrı bize gökte ışıklar yaptığını söylemiştir. Tanrı’nın bize haklarında hiçbir şey söylemediği yıldız ve güneşleri varsayma küstahlığı tamamen bizim sorumluluğumuzdadır.”
“Yani evrenin tümü, güneş sisteminin dışı sadece bir çeşit ışık gösterisinden ibaret, öyle mi?”
“Eldeki kanıtlar şimdilik bunu gösteriyor,” dedi Campbell. “Ayrıca kanıt lafı geçmişken size şunu hatırlatayım: bu sözde galaksiler sahiden milyarlarca yaşındaki kütleler olsalardı kütle çekimsel açıdan var olamaz, çok uzun zaman önce dağılırlardı. Astronomların buna getirdiği tek açıklamaysa göremedikleri ve asla bulup tanımlayamadıkları ama gencecik evreni işaret eden kanıtları yok saymak ve hepsini kendi varsayımları temelinde açıklamak için ihtiyaç duydukları karanlık maddedir.”
Kadın gözlerini ovuşturdu. “Kâbus görüyorum sanki… İnandıklarını anlatma artık. Bilmek istemiyorum.”
Kadın şaşkınca gülümseyerek baktı. “Ayrıca tüy şeklinde, deri şeklinde, ayak izi şeklinde taşlar mı var yani?”
“Dediğiniz gibi; taş hepsi.”
“Tanrı onları imanımızı sınamak için mi bıraktı diyorsun?”
“Yo, hayır! Öyle bir şey diyemeyiz. İnsanlar bu taşların kalıntı olduklarına inanmaya başlamadan önce yaratılmış taş biçimleri olduklarına inanıyorlardı. İmanlarını hiçbir şekilde sarsmıyordu bu durum.”
Kadın dehşete kapılmışçasına elini alnında şaklattı. “Peki, milyonlarca ışık yılı mesafedeki yıldızları nasıl açıklıyorsun?”
“Milyonlarca ışık yılı mesafede bulunduklarını nasıl bilebiliyorsunuz?”