Her gün bir başka acıya tanık oluyoruz. Çok çabuk üzülüyoruz, çok çabuk öfkeleniyoruz tabii, en çabuğu ise unutmak oluyor.
Haksızlığa, istismara, yok sayılmaya, eksik bırakılmaya seslerimiz yükselmiyor gerektiği kadar. Susanların da sesleri olmak gelmiyor içimizden. Belki yoğunuz belki de gidecek tatillerimizi planlamamız gerekiyor. Geçim derdi, hayat koşturmacası derken bir an haber olan isimler çıkıveriyor akıllarımızdan.
Alexandre Seurat bir tanesinin hikayesini anlatıyor, kaleme döküyor, yaşanılanları edebileştiriyor evet ama hatırlayalım istiyor. Gerçek ismini kullanmıyor, ona Diana diyor. Buna rağmen biz biliyoruz o kız çocuğu: Marina Sabatier.
.
Kısacık bu hikayede, aile nedir ki diye soruyoruz defalarca, herkes anne-baba olmalı mı gerçekten diyoruz.. Sonra ağır işleyen bürokrasiye kızıyoruz, susanların da suçlu olduğuna inanıyoruz. Ne hissedersek hissedelim Diana (Marina) geri gelmiyor.. Bir tane daha Marina olmasın diyoruz en fazla..
.
Seurat çarpıcı bir dille yaşanılan istismarın üçüncü gözlerini konuşturuyor. Şiddeti değil; izlerini gören gözleri.. Bu hikayeyi okuyunca her birimizin aklında başka biri canlanacak. Yutkunurken zorlanacaksınız. En azından susma ve harekete geçme konusunda bir şeyleri kazıyacak zihninize..
.
Nesrin Demiryontan çevirisi, Emine Bora kapak tasarımıyla ~