Bir bardak şaraba gönlünün bütün samimiyetiyle şükreden Macar köylüsü bu korkunç cinayetleri görüyor ve tuhaftır, bütün bu olanları İsa'dan biliyordu. O büyük Peygamber, o merhametin müdâfii büyük insan çoktan Macaristan'da adına kan akıtılan bir put olmuştu.
On altıncı asır Hristiyanlığının zaten çoktan sakatlanmış olan ruhu, Cermen ve Macar din adamlarının ellerinde sadistliğin, kötülüğün, iğrençliğin ve tahribin en şen'i nümünelerini veriyor ama, yiğit Macaristan bir türlü uyanmıyordu.
O halde ben derim ki, kan ancak inançla devrederse iklimini bulur. Yoksa toprağın tâ derinliklerinden gizli madenler gibi, faydasızdır. Kan kılıcın yapıldığı madense, iman onu çeliği dönüştüren su ve onu faydalı kılan bilenmedir. Su verilmemiş ve bilenmemiş bir kılıcın yapacağı iş, ancak sağlam bir odunun yapacağı işten öteye gidemez.
- Kaleyi kaybettiniz Kadı.
Esirin gözlerinde pırıl pırıl bir alay yandı:
- Şaha karşı kale... Ucuz bir karşılık efendim, diye cevap verdi.
Yaşlı adamın neşesi kayboldu. Uzun süre taşlara baktı:
- Evet, dedi, bir kale almanın sevinci içinde yazık ki şahı kaybedecek oyuna düşmüşüz.
“… öyle geliyordu ki kin, meydana geliş sebebi yok edilince geçen bir histir. Kin böyle kalbin her atışıyla insan vücudunu tutuşturmaz. Kin, üzerinden zaman geçince zayıflar en azından.
Bu kitabı okumak yerine açın bir "Tarkan" veya "Kara Murat" filmi izleyin zamanınız çok daha verimli geçer.
Bu kadar hamaset de ne bileyim cehaletten kaynaklanmıyorsa neyden kaynaklanır?
Bana Tarkan filminde geçen bir sahneyi hatırlattı:
-Bu denizi kayıkla tek başına şimdiye kadar hiç kimse geçmedi.
-Sana Türk'üm dedim ya!
Şimdiye kadar gördüğüm en komik karikatür olabilirdi ama karikatür değil sinema!
Akşam, sokağımıza ahenkli satıcı sesleriyle yaklaşırdı. Sanki; yoğurtçu, leblebici, kos helvacı, aşureci karanlığı birer ucundan tutar, bir örtü gibi geceyi çeker getirirlerdi. O saatlerde son oyun çığlıkları, son koşuşmalar duyulurdu.