Muhammed B.El-Muhtar Eş-Şankiti kitaplarını, Muhammed B.El-Muhtar Eş-Şankiti sözleri ve alıntılarını, Muhammed B.El-Muhtar Eş-Şankiti yazarlarını, Muhammed B.El-Muhtar Eş-Şankiti yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Güçlü toplumlar, geleceklerini kurtarmak için geçmişlerini acımasızca eleştirmekten kaçınmazlar, zayıf toplumlar güncel sorunlarla yüzleşmekten ve geleceğe adım atmaktan kaçmak için geçmişlerini müdafaa ederler.
Yazar, laikliğin demokrasinin bir sarti veya ön koşulu olduğu seklindeki iddiaları reddediyor. Bunu üç açıdan temellendirmeye çalışıyor
1- Popüler demokrasi endekslerinde dünyanın en iyi ilk üç demokrasisi gösterilen Norveç, İsveç ve izlandanin anayasalarinda devletin dininin luteriyen Hristiyanlık olduğuna dair açıkça maddeler bulunuyor. Yine
Güçlü toplumlar, geleceklerini kurtarmak için geçmişlerini acımasızca eleştirmekten kaçınmazlar, zayıf toplumlar güncel sorunlarla yüzleşmekten ve geleceğe adım atmaktan kaçmak için geçmişlerini müdafa ederler.
Muhammed Muhtar Eş Şankıti Laik Olmayan Bir Demokrasi - Mana Yayınları (Atmış Sayfa)
Demokrasi -Laiklik Arasında Ayrıma Giden Şankıtı:
Batılı devletlerin anayasasında,
toplumsal açıdan baskın olan dinî anlayışa özel bir statü ayrıldığına, İslam dünyasının, modern Arap düşüncesininse bunun uzağında kaldığına dikkat çekiyor.
Demokrasinin, meşru
"Laiklik; Hristiyanlıkta bir sünnet, İslam'da ise bir bidattir. Laiklik Hristiyanlıkta bir sünnettir çünkü bunda Hristiyanlığın kilise ve imparatorluk tarihlerinin badireleri onu kuşatmadan önceki temel formuna dönüşü söz konusudur. Laiklik İslam'da ise bidattir çünkü bunda mushaf ile kılıcı ruh ile maddeyi siyaset ile ibadeti mezceden İslam'ın temel formuna isyan söz konusudur. Laikliğe çağıran bir Hristiyan bunu inkâr etse de aslında o günümüzde laiklik kisvesi altında dile çağıran bir davetçidir. Bu kimse bireysel yaşamında dindar olmasa bile kimliğinden tarihinden ve kültür mirasından ilham alarak hareket eder."
Şankitı/ Laik Olmayan Bir Demokrasi - Mana Yayınları, (S,26- 27)
Laikler vahyi mutlaka aşılması gereken bir tarih olarak görmüşlerdir ki İslami açıdan bunun kabul edilmesi mümkün değildir; selefiler ise tarihi mutlaka kopyalanması gereken bir vahiy olarak görmüşlerdir ki bu da insani açıdan kabul edilmesi mümkün olmayan bir şeydir
Huntington: “Peki, Türkiye yeniden kendini tanıma yoluna giderse ne olur acaba? Türkiye belli bir noktada, Batı dünyasına üye olmak için kendini aşağılayarak yalvarıp duran dilenci rolünden kurtulup, İslam adına muhatap alınan taraf olarak daha etkili ve üstün bir tarihsel rolü oynamaya başlayabilir.”
“Kur'ân gerçekçi bir kitaptır, onda destan kahramanlarınn yeri yoktur. (...) Hıristiyanlık, insan olarak kalan bir insan-ı kamil fikrini kabul edememiştir. Fakat Muhammed yalnızca bir insan olarak kalmıştır.”
Osmanlılardaki esas zaaf noktası kurumsal düzeydeki sorunlar değil, aksine onlardaki esas problem, halkların yaşadığı çağa ayak uyduramamak ve başarılı oldukları bir alan olan ümmetin birliği ile cumhuriyetler çağında başarısız oldukları bir alan olan siyasi meşruiyeti sağlama arasındaki uyumu sağlayamamış olmaktı. Açıkça görülüyor ki sultanın inatçı tutumu da imparatorluğu yıkılmaktan kurtaramamıştı. Aslında siyasi reformlar, imparatorluğun yıkılışını gözleyen açgözlü devletlerin karşında bu imparatorluğun bünyesine bir tür bağışıklık ve dahili tutarlılık kazandıracaktı ama Sultan Abdulhamid bunu fark edemedi. Günümüzde çoğunluğu Müslüman olan devletlerden birçoğunda siyasi liderler hala kaos ve anarşi tehlikesini bahane gösterip Abdulhamid'in izlediği yolu izleyerek siyasi reformları reddetmekte ve devletlerini yıkım ve tahribata maruz bırakmaktadırlar.