Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mustafa Özgen

9.0/10
3 Kişi
19
Okunma
2
Beğeni
807
Görüntülenme

Mustafa Özgen Gönderileri

Mustafa Özgen kitaplarını, Mustafa Özgen sözleri ve alıntılarını, Mustafa Özgen yazarlarını, Mustafa Özgen yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Imâm-ı Rabbâni, birkaç dinin iyi taraflarını alarak yeni bir din ilan ettiğini söyleyen Ekber Şah'ı bile asla tekfir etmemeye dikkat göstermiş ve aynı hassasiyeti çeşitli vesilelerle ortaya koymuştur. Mesela bir yerde Allah'tan başka kadim ve ezeli bir varlığın bulunduğuna inanan kişinin kâfir olacağını söyledikten sonra bu görüşü savunan Farâbi ve İbn Sinâ'yı İmam Gazzâli'nin tekfir ettiğini söylemiştir. Buna sebep olarak onların âlemin kadim olduğuna inandıkları gibi nefis, akıl, heyülâ ve suret gibi kavramların da kadim olduğunu söylemelerini de zikretmiş ancak kendisi asla onları doğrudan tekfir etmemiştir.?*? Yezid bin Muaviye'nin (v. 64/683) Hz. Hüseyin'in (V. 61/680) öldürülmesine razı olduğunu, hatta ölüm haberine sevindiğini iddia eden Şiiler, onun Ehl-i beyte ihanet ettiği için dinden çıktığını ileri sürer ona lanet etmeyi imanın şartı kabul ederler.398 Ehl-i beyt sevgisini sermaye bilen Ehl-i sünnet ise Yezid'i tekfir etmekte tereddüt eder. Ölmeden önce onun tövbe etmiş olabileceği ihtimaline binaen ona lanet etmeyi aşırılık olarak görürler.** Ehl-i sünnet, onun Hz. Hüseyin'in katledilmesine razı olduğu kabul edildiği takdirde bile o fiilin büyük günah seviyesinde kaldığını düşünürler. Büyük günahı helal addetmeden irtikâp etmenin insanı zalim ve fasık yaptığına ama imansız yapmadığına inanırlar. Yezi'din Hz. Hüseyin'i öldürmeyi helal kabul etmiş olması kendi içinde sakladığı bir şey olduğu için başkalarının o hususta kesin bir şey söylemesi mümkün değildir. Bu yüzden Ebhi-i sünnet âlimleri Yezid'e lanet etmek yerine süküt etmeyi tercih ederler.8!9
İmâm-ı Rabbâni de günah işleyenler hakkında Ehl-i sünnet kelâm âlimleri gibi düşünür. Ona göre günahkâr kişi, tövbe edebilirse Allah'ın tevvâb isminin tecellisi olarak affedilebilir. Hatta tövbe edemeyenin bile ilahi lütuf olarak affedilmesi mümkündür. Burada günahkârın affa nâil olarak doğrudan cennete gireceği hususundaki hüküm, mürcii görüşe benzemektedir. Ancak tövbe edemeyenin durumu hakkındaki görüş farklıdır. İmâm-ı Rabbâni'ye göre tövbe edemeyen herkes, doğrudan cennete girmeyecektir. Öyle bir mümini ya Allah herhangi bir sebebe bağlı olarak veya doğrudan affedecek, ya da günahları nisbetinde cehennemde cezalandıracaktır.3 Günahkâr bile olsa, müminlerin cennette buluşacağı hususunda net bir Ehl-i sünnet görüşü ortaya koyan İmâm-ı Rabbâni, bir noktada Mürcie ile de birleşmektedir. Ancak günahların neticesi hususunda diğer Ehi-i sünnet âlimleri gibi o da Mürcie'den ayrılmıştır. Ehl-i sünnet imanın karşılığının ebedi cennet, küfrün karşılığının ebedi cehennem olduğunda ittifak içindedir. Zira onlara göre mümin, ebedi olarak iman ettiğine inanmakta, kâfir ise küfrüne ebedi olarak sahip çıkmaya niyetlidir.
Reklam
Abdülgani Nablüsi'nin (v. 1143/1731) “el-Fethu'r-Rabbâni” isimli kitabındaki şu iki paragraf, Ehl-i sünnetin iman-amel ilişkisine dair görüşünü özetler mâhiyettedir: “Günah ve ma'sıyetlerden kaçınmak hakiki kâmil imanın şartı değildir; yoksa insanın ismet sıfatına sahip olması şart olurdu. Hâlbuki ismet sadece nebi ve meleklere aittir. Kâmil iman sâhipleri ma'süm değil, mahfüzdurlar. Mahfuz olmak, günahın işlenmemesi değil, sahibine zarar vermemesidir. Günah işlememek ise hıfz (mahfüzluk) değil, ismettir. Baksanıza âyet-i kerimeye: “Allah tevvâb olanları sever...” 583buyurulmaktadır. "Tevvâb”, çok tevbe eden de.mektir. Çok tevbe edenin günahı da çoktur. Dolayısıyla buradan müşâhede sahiplerinin günahlarının çokluğunun Allah'ın sevgisine vesile olabileceği anlaşılmaktadır. Çünkü onlar, gaflet ve ma'siyetlerdeki perdelerden şühüd hâllerine tekrar döndüklerinde pişmanlık duyup istiğfâr ederler ve Allah da onları bu vesileyle ma'siyetin uğursuzluğundan muhâfaza buyurur. Onlar ma'sum değil, mahfüzdurlar. Lakin fikir ulemâsı veya onlara benzeyen avâmdan olan gaflet ehli, öyle değildir. Ma'siyetin içine düşünce onların perdeleri artar ve gafletleri çoğalır. Dönüp baktıkları zaman kendisinde günahın çirkinliğini görebilecekleri şühüd hâlleri yoktur. Hattâ onlar çok kere tövbe bile edemedikleri için günahları ile muâhaze edilirler. “En hayırlınız tekrâr tekrâr günah işlediği halde tevbe edeninizdir.”584 hadis-i şerifi anlattıklarımızı doğrulamaktadır.”585
Sünni kelamcıların ekseriyetini oluşturan Mâtüridi ve Eşa'riler'e göre imanla amel farklı şeyler olduğu için “fasık” ismini alan günahkâr Müslüman da mümindir.”571Aslında onlar, Mürciiler'den farklı olarak, imanla amel arasında sıkı bir ilişkinin olduğuna inandıkları halde ilgili naslara bakarak amel olmasa da imanın olabileceğini kabul etmiş ve iman-küfür sınırını buna göre belirlemişlerdir. Ancak bu iddiaya bakarak Sünni kelamcıların imanı sadece tasdikten ibaret sayıp ameli lüzumsuz buldukları söylenemez. Onlar Hârici ve Mu'tezililerin ameldeki noksanlıktan dolayı imanın kaybolacağı şeklindeki görüşüne karşı bu görüşü ortaya atmışlardır. İnsanın imana girdiği kapıdan çıkacağını söyleyerek572 ibadetin rükün kabul edilmediği için kalbiyle inanmadığı halde sadece ibadet yapanların mümin olamayacağına inandıklarını gibi ibadetleri terk edenin de dinden çıkmayacağını ifade etmişlerdir. Kalbteki tasdikin devam ettiği sürece insanı küfre itmeyen kucaklayıcı bir yaklaşım geliştirmişlerdir.573
Mürcie fırkasının reisi olan Gassân el-Küfi, mezhebinin kabul görmesi için İmâm-ı Azam Ebu Hanife'nin de aynı görüşte olduğunu iddia etmişti.“ Hatta makalât yazarlarından bazıları, İmam Ebü Hanife'yi Ehl-i sünnet Mürciesi olarak sunmuşlardır. Ancak Sırrı Giridi'nin (1844-1895) de kaydettiği gibi bu, doğru bir iddia değildir. Zira İmam Ebü Hanife bilhassa kader meselesinde Mutezile'ye karşı çıkar, Mutezile de kendilerine karşı çıkan herkesi Mürciilikle itham ederdi. Büyük ihtimalle makâlât sahipleri bu iddiaya bağlı olarak İmam Ebu Hanife'nin de Mürcii fikirleri benimsediğini kaydetmiş olabilir. Ya da İmam Ebu Hanife'nin ibadetleri imandan saymadığı ve onları imandan ayrı kabul ettiği için Mürcii fikre sahip olduğu da söylenmiş olabilir. Ancak Imâm Ebu Hanife'nin hayatını inceleyenler onun ibadetlere ne kadar değer verdiğini anlar. Onun neredeyse ibadetlerin varlık ve yokluğunun pek farkı olmadığına inanan Mürcie'den farkını da fark eder.!569
Dünyevi meselelerde akla güveni oldukça yüksek ve uhrevi işlerde çok sınırlı olan İmâm-ı Rabbâni, sünnete uygun yaşamayı saadetin temeli kabul eder. Peygamberleri taklit ederek ve onlara benzemeye çalışarak yaşamayı düstur olarak sunar. Ancak ona göre, peygamberleri taklit ederek yaşamak da akla dayalı olan istidlâli bir neticeye varmaktır. Zira öyle yapan kişi peygamberlerin Allah'tan emir aldıklarını ve kendilerine tebliğ edilen şeylerin doğru olduğunu delil ile bilirler. Peygamberle birlikte yaşayanlar, onların mucizelerini görmeseydi ona iman edemezlerdi. Ondan sonra yaşayanlar da mucizelerinden haberdar olmasaydı iman edemezdi. Mucizeyi doğrudan gören veya öyle bir mucizenin zuhür ettiğini bilen insan, aklını devreye sokar. Öyle bir gücün ancak Allah'ın desteklediği bir peygamberde olabileceğini anlar. Dolayısıyla bunu yapan insan aklını kullanmakta ve delillerden yola çıkarak Allah'a iman etmektedir. İlk bakışta taklit gibi görünen bu davranış aslında istidlâle dayanmaktadır.
Reklam
Peygamberlerin (as) getirdiği bilgilerin Allah'ın varlık ve birliğine imanı emrettiğinde şüphe yoktur. Dolayısıyla, Allah'ı bilmenin ve O'na iman etmenin zaruri olduğu hususunda kelamcılar arasında ilıtilaf yoktur. Ancak onlar, bazı insanların içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla vahiyden büsbütün habersiz kalabildiğini de göz önünde
İmâm-ı Rabbâni'ye göre akıl, doğru yolu bulmaya yarayan değerli bir nimet ve vazgeçilmez bir delildir.217 Ama ne var ki o, sadece beş duyudan gelen bilgileri sadece bir üst merhalede değerlendirebildiği halde insanı mükellef tutmaya yetecek derecede güçlü değildir.28 Allah'ın varlığı beş duyu ile tecrübe edilmediği için akıl, o hususta bilgi üretemez. O bilgi için peygamberin desteğine muhtaçtır.”219 Kısacası hidâyeti bulmak akılla mümkün olmaz ama akılsız hiç olmaz. Akıl ön şarttır ama nebilerin tebliğleri ona yol göstermezse netice alamaz.220
İnsan kendiyle Mevlası olan Allah Teâlâ arasında kendinin tamamen muhtaç ve Allah Teâlâ'nın ne zatında ne de sıfatlarında hiçbir şeye muhtaç olmayışından (istiğna) başka bir nisbet bulamaz. İnsan, kendi zatıyla Allah Teâlâ'nın zatı, sıfatlarıyla sıfatları ve fiileriyle fiilleri arasında hiçbir münasebet bulamaz. Hatta gölge kelimesi bile bir münasebet ifade ettiği için onu da kullanamaz. İnsan sadece Allah'ın yaratıcı, kendinin de O'nun yarattığı bir varlık olduğuna inanmaktan başka bir şeye cüret edemez.'“ Aslında İmâm-ı Rabbâni'nin bu ifadeleri, Abdullah elEnsâri'nin (v. 481/1088) tarifiyle de benzerlik arz etmektedir. O da marifeti bir şeyi olduğu şekilde ihata edip kavramak olduğunu söylemişti. Ona göre de Allah'ı olduğu gibi ihata etmek, imkânsızdır. İnsanın fehim ve idraki O'nu kuşatıp ihata edemez. O zaman, imânın tarifinde bulunması gereken zorunlu marifet, Allah'ı ihata etmek manasındaki marifete sahip olmaktan aciz olduğumuzu anlamaktır. Ve bu anlayış da bir bilgi (marifet) olmaktadır.'6?
İmâm-ı Rabbâni marifetten aciz kalışı manevi terakkinin bir neticesi olarak görür. Ona göre kişi manen yükseldikçe kendi noksanlarını daha fazla görür ve Allah'ı tanımaktan acizliğini daha fazla idrak ettikçe üzüntüsü artar. Bunun için en yüksek insan olan Hz. Peygamber'in (sav) “Keşke Rabbi Muhamrmed'i yaratmasaydı.” ifadesini örnek alır. Hz. Peygamber bir defasında da, “Hiçbir nebi benim kadar eziyet çekmemiştir” buyurmuşlardı.158 İmâm-ı Rabbâni'ye göre Hz. Peygamber'in çektiği eziyet, Allah'ı tanımadaki noksanlığını kavramaktan kaynaklanan ruhi bir sıkıntıdır. Çünkü diğer peygamberlerin birçoğu maddi bakımdan ondan daha fazla eziyet çekmişlerdir. Meselâ Hz. Nüh (as), kavmi arasında 950 sene yaşamış ve onlardan çeşitli eziyetler görmüştü. O, imana davet edince kavmi ona taşlarla saldırmıştı. Hatta yağmur gibi yağan taşlarla bayılıp yere yığılmış, üzeri taşlarla örtülmüştü. Kendine gelince yine kavmini davet etmeye başlamiş ve onlar da aynı şeyi tekrar etmişlerdi.Hayatının sonuna kadar böyle devam etmişti.159
26 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.