Erzincan’da dünyaya geldi. Babası Mustafa Efendi, annesi Atîke Hanım’dır. Doğuştan bir kolu çolak, bir ayağı kısa olan Sâlih ilk dinî bilgileri imam olan babasından aldı. Ailesi çilingirlikle uğraştığı ve çilingir dükkânında tüfek de tamir edildiği için “Tüfekçizâde” lakabıyla anıldı. İki defa evlendi ve üç oğlu oldu. İkisi sakat olan çocukları gençlik yıllarında kendisinden önce öldü. Bir şiirinde (Ümmîyem bir zerre denli ilme yoktur tâkatim / Gâh olur ilm ile bîpâyân oluram kime ne) ümmî olduğunu söylemekle beraber kardeşi Abdurrahman’ın soyundan gelen yakınları onun okuma yazma bildiğini belirtir. Pîr-i Sâmî diye tanınan Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Mehmed Sâmi Efendi’ye intisap eden Sâlih Baba’nın, şeyhinin irşad faaliyetlerini sürdürdüğü Kırtıloğlu Tekkesi’ndeki bir sohbet sırasında kendisinden bir şiir okumasını istemesi üzerine o güne kadar şiirle bir ilgisi olmadığı halde hemen orada irticâlen şiir söylemeye başladığı rivayet edilmektedir. Şiirleri Mehmed Sâmi Efendi’nin müridlerinden Adnan Efendi tarafından Râbıta-i Nakş-i Hayâlî adıyla yazıya geçirilmiştir. Sâlih Baba Erzincan’da vefat etti ve Akmezarlık denen yere gömüldü. Zamanla mezarı kaybolduğundan bugün yeri bilinmemektedir. Günümüzde Hava Şehitleri Mezarlığı diye anılan bu mezarlıkta şeyhi Mehmed Sâmi Efendi’nin ve diğer bazı şeyhlerin kabirleri bulunmaktadır.
Birçok şiirinde âyet ve hadislere yer veren Sâlih Baba’nın aruz vezniyle yazdığı manzumelerinde dili ağır, hece ölçüsüyle yazdıklarında oldukça sadedir. Şairin Râbıta-i Nakş-i Hayâlî adlı divanı dışında iki eserinin daha olduğu, ancak bunların 1939 Erzincan depreminde kaybolduğu söylenmektedir. Râbıta-i Nakş-i Hayâlî’de hem divan edebiyatı hem halk edebiyatı nazım şekilleri yer almaktadır. “Fenâ fi’ş-şeyh” makamının hallerinden ibaret olan divanı tarikat âdâbını, müridlik hallerini ve mürşidlerin örnek davranışlarını anlatır. Eserde seksen dört gazel, on beş kaside, dokuz murabba, on altı muhammes, iki müseddes, bir müstezad, mesnevi kafiye düzeniyle yazılmış dört manzume, yirmi altı koşma, beş dizeden oluşan bentler ve hece vezniyle altı manzume bulunmaktadır. Sâlih Baba’nın şiirleri günümüzde Erzincan, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum yörelerinde makam eşliğinde ilâhi şeklinde okunmaktadır. Râbıta-i Nakş-i Hayâlî’nin Mehmed Sâmi Efendi’nin oğlu Selâhattin Kırtıloğlu’nun özel kitaplığında bulunan 1899 tarihli yazma nüshası Fehmi Kuyumcu tarafından yayımlanmıştır (Ankara 1979).
Bir zaman bekledim Leylâ dağını
Bir zaman bekledim gül budağını
Bir zaman bekledim yâr otağını
Vâsıl-ı yâr olamadım ne çâre
Andelîbin işi âh u zâr olur
O nasıl güldür ki tezce hâr olur
Bir gönül kul olur gâh hünkâr olur
Ben bu sırra eremedim ne çâre
Hakîkat şehrinde bir güzel gördüm
Bir göreni göremedim ne çâre
Sevdâ-yı aşkından yanıp kül oldum
Bir bilen yok soramadım ne çâre
Bir zaman bekledim Leylâ dağını
Bir zaman bekledim gül budağını
Bir zaman bekledim yâr otağını
Ey gönül sabret bu dehrin gamı gavgâsı geçer
Bir gün âsûde olur bu demi davası geçer
Seni bir fen ile bin derdi belâya düşürür
Mey-i efsânesi hem bâde-i sahbâsı geçer.
Birkaç kere sorulduğu için hem bildiğim kadarıyla biraz anlatayım hem de sorulara toplu bir şekilde cevap olsun bu inceleme :)
Kitabın hikayesi kısaca şöyle, Pîr-i Sâmî'nin bir müridi var Kör Salih. Bu Kör Salih'in de arkadaşı Salih baba diye bir zat var. Bir gün Kör Salih dostu Salih Baba'ya, ikimizin de mürşidi var bir günlüğüne yer
Eserde ulaşılabildiği kadarıyla Salih Baba ve yazmış olduğu eser hakkında bilgiler verilmektedir. Salih Baba'nın yazmış olduğu Râbıta-i Nakşî Hayalî adlı eserin konusunu okuduğumuz bu kitaptan alıntı yaparak açıklayalım: "Bu eserde; Hak yoluna yönelen bir talibin manevi yürüyüşü süresince başından geçen haller, aştığı engeller, katettiği merhaleler, önüne çıkan tuzaklar ve bunlardan kurtuluş çareleri, şeyhlerin görevleri, yetkileri, Allah katındaki değerleri, gerçek şeyhleri bulup uyanların ulaşacağı yüksek dereceler, kâmil bir rehberden mahrum olanların kötü akıbetleri gibi daha birçok husus; kendine has bir üslupla anlatılmaktadır.
Eserde ayrıca; divan edebiyatı nazım şekilleri, mazmunları, sanatları ve halk edebiyatının incelikleri ustalıkla sergilenirken hiçbir zaman sanat kaygısı güdülmemiş, zarf değil hep mazruf ön planda tutulmuştur. Gaye; birtakım kelime oyunları yaparak hüner göstermek değil, büyük bir hakikat güneşinden gönüle aksedenleri yansıtarak gönülleri aydınlatmak olmuştur."
Kitabın güzel bir tarafı ise, anlaşılmasını kolaylaştırmak için sayfa altına bazı kelimeler anlamları ile birlikte yazılmış.
Öncelikle kitabın baskısının çok güzel olduğunu belirtmeliyim. Her sayfanın altında o sayfada bulunan şiirlerdeki kelimelerin açıklamaları bulunuyor, bu da sizi sürekli kelimenin anlamına bakma zahmetinden kurtarıyor. Ancak Divan'daki şiirlerin çoğunun dilinin ağır olduğunu söyleyebilirim. Özellikle divan şiirlerine aşinalığı olanlara tavsiye ederim, lâkin çok çok özel bir ilginiz yoksa okuması bir hayli yorucu hâle gelebilir.
Herkese bol istifadeli okumalar dilerim