Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yener

Yener
@yeneryildiz
62 okur puanı
Haziran 2016 tarihinde katıldı
... Aynı makalede Loti, Bulgarların bölgeyi boşaltmaları sırasında yaşanan çatışmada esir edilen Fuat'ın oğlu genç Türk Subayı Reşit Bey'den bahseder. Makalede yazdığına göre Bulgarlar Reşit Bey'in gözlerini oynuş, kollarını kesmiş ve ardından ortadan kaybolmuşlardır. Yaşanan bu vahşet, Bulgarların bölgede işledikleri son suç olmuştur.
Reklam
Ünlü Selimiye Camisi'nin kütüphane ve halılarının yağmalanması ile ilgili çok şey söylenmişti. İlk karışıklık bu yapının sığınak olarak kullanıldığı ve sığınacak yer arayan zavallı müslüman ailelerin eski eşyalarını buraya doldurduğu yönündeki bilgidir. Halbuki evlerinden ayrılan müslüman aileler eşyalarını yanlarına almamışlardı. Kütüphanenin durumu ise farklıdır. İşgalin ilk günü boyunca kütüphane halkın insafına kalmıştır. Mitov, bir sonraki gün camiye geldiğinde kütüphanenin yağmalanmış olduğunu gördü. Kitaplar yerdeydi ve bazılarının ciltleri yırtılmıştı. Değerli olduğuna inanılan her şey alınıp götürülmüştü. Yxcoull ise Edirne işgalinin üçüncü gününden itibaren camide düzenin yeniden sağlandığını ifade etmektedir.
Mayıs ayının ortasında Japonya'nın Okinawa'daki asker kaybı elli bin kişiydi. Haziran ayında altmış bin kişi daha öldü. 21 Haziran'da General Uşijima son söz olarak, imparatora başarısızlıktan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Bir daha da bir şey duyulmadı. Müttefikler Okinawa'ya gelmişti. Japonya'nın eşiğindeydiler artık. Japonlar son altı ay boyunca, eğer Amerikalılar ülkeyi işgal ederse erkeklerin köle olarak kullanılacağına, kadınların tarifi imkansız işkenceler göreceğine ve çocukların yabancı usullerle yetiştirileceğine inandırılmıştı. Japon halkı bunu kabullenmeyi istemiyor, böyle yaşamaktansa ölmeyi yeğleyecek olanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Halkın, hükümetin var gücüyle teşvik ettiği arzusu, düşmanın canını iyice yakarak ölmek ve böylece, ulusun yok edilmesi çabalarına bir son vererek Japonya'ya onurlu bir barış yolu açmaktı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nasıl olduysa oldu; ama nasıl olduğu hakkında bir şey söylenemezdi, çünkü her şey adım adım ve belirsizce oluyordu. Hastalığının üçüncü ayında başta kendisi olmak üzere İvan İlyiç'in karısı, kızı, oğlu, hizmetçiler, dostlar ve doktorlar, onun başkalarını ancak bir yönden ilgilendirdiğini biliyorlardı artık. Bu, onun ortadan ne zaman kalkacağını, etraftaki canlıları varlığıyla tedirgin etmeye ne zaman son vereceğini, kendisinin de çektiklerinden ne zaman kurtulacağını bilmekten ibaretti.
Rumeli'yi Neden Kaybettik
Gerçekten Onaltıncı Kolordunun toplanabilmiş olan beş taburu ile bir topçu alayı Doğu Ordusu Kumandanının emriyle 10 Ekimde Pınarhisar'dan Yenice'ye doğru yola çıkmış imiş ve umumi gerileme başlayınca Kırkkilise-Vize yolunu kuzeye karşı korumak üzere hemen Üsküp'e doğru hareket emrini almış imiş. Bu kolordunun piyadeleri bizim kaçan askerleri görünce; onlar da dağılarak birlikte kaçmağa koyulmuştur. Topçular ise Üsküp istikametinde ilerleyerek mevzie girmiş olduklarından toplar çamurdan çıkarılamayarak hepsi terkedilmiş imiş. Askerî tarihte bu ölçüde sebepsiz bir geri çekilişe ve kaçışa rast gelinemez. Bulgarlar savaş yapmadan pek büyük bir zafer kazanmışlardı. Türkler de hiçbir baskı görmeksizin yalnız yağmur ve çamur yüzünden savaş malzemelerinin de üçte birini terk ederek bozguna uğramışlardı. 3. Kolordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa
Reklam
VİZE'YE GERİ ÇEKİLİŞ
Kırkkilise'den çıkınca Vize şosesini tamamiyle topçu, araba, asker ve göçmenlerle kaplı buldum. Hepsi akın hâlinde kaçmakta idi. Şu hal telgrafhanede meydana gelen konuşmanın mübalağalı olmadığını doğruluyordu. Kırkkilise-Vize şosesi, bir bölümü yapılmış geri kalan bölümü de yapılmamış durumdadır. Tamamlanmayan kısımlarda toprak tesviyesi işleri bitirilmiş, taşlar da kırılarak yığınlar halinde durmakta idi. Taş döşenmemiş olan bu kısımlar yağmur sebebiyle araba ve ağırlıkların geçirilmesine engel olmakta ve imkan vermemekte idi. Bunun için topların ve arabaların çoğu saplanıp kalıyordu. Askerler dahi güçlükle geçiyordu. İşte bu sebeptendir ki kolordunun, top, toparlak, cephane ve ağırlıklarından yarısına yakın bir kısmı saplanıp kaldı ve yolsuzluk yüzünden kurtarılamadı. Geri çekilişin görünüşü o kadar acıklıydı ki onu açıklayıp anlatabilmek ancak bir Zola'nın kalemine muhtaçtır. Bu geriye kaçışın hiçbir mağlubiyet sonucu olmadığı ve hiçbir düşmanın baskısı altında ve takibinde olmaksızın meydana geldiği düşünülünce büsbütün acı duymamak ve ümitsiz olmamak mümkün değildi. O gece karargâhımla sabaha kadar yol alarak 11 Ekim sabahı Pınarhisar'a geldim. Bu kasabaya akşamdan gelmiş ve yerleşmiş olan bir Redif taburu vardı. Bu tabur aracılığı ile kaçışın önünü almayı ümit ediyordum, fakat sabahleyin saat yedide kalktığımda tabur meydanda yoktu. Sabahleyin düşman süvarisi geliyor diye bir haber yayılması üzerine kaza kaymakamı ve telgraf memurları da kaçmışlardı. 3. Kolordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa
Rumeliyi Neden Kaybettik / Mahmut Muhtar Paşa
Sabah saat 6.45'te karargâhımla atlara binmek üzere iken ilerden bir atlı subay geldi ve Şükrü Bey tümeninin kaçmakta olduğunu söyledi. Dörtnal ile köyden çıktım ve derhal kendimi, can korkusu ile kaçıp gelmekte olan karma karışık Redif askerleri ve bataryalar içinde buldum. Bütün maiyetimle hemen kılıçları sıyırarak askerleri zorla
Balkan Harbinden Günümüze Bakış / Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları
1908 Meşrutiyeti ile Balkan Harbi arasında Bosna-Hersek, Doğu Rumeli ile beraber Bulgaristan, Kuzey Çad'la beraber Libya'yı kaybeden imparatorluk, bu suretle Adriyatik'ten Meriç'e çekilerek, 550 yıllık Rumeli topraklarını, Balkanlar'ı kaybediyordu. Taht şehri henüz Avrupa'da bulunmakla beraber, Avrupa'daki topraklarının ehemmiyetsizliği bakımından, daha çok bir Asya devleti hüviyeti alıyor, Anadolu-Doğu Trakya-Arabistan yarımadasından ve himaye bölgeleri olarak Mısır-Sudan'dan ibaret kalıyordu. Maddi kaybın bilançosu budur ve manevî kayıplar daha da ağırdır. Balkan Savaşı, 2.500 yıllık Türk tarihinin en sayılı felâketlerinden biridir. Türklerin Anadolu'dan sonra ikinci anayurt haline getirdikleri ve bunun için milyonla şehit verdikleri Rumeli, kaybedilmiştir. Birçok bölgesinde ezici Türk çoğunluğu bulunan ülkeler, on binlerce tarihi Türk sanat ve bayındırlık eseriyle beraber, yok olmaya terk edilmiştir. Göç ve göçmen felâketi, 35 yıl önceki 93 Harbi'nden sonra ikinci defa, imparatorluğun nüfus dengesini alt üst etmiştir. Milyonlarca göçmen, her şeyini bırakarak, eriye eriye İstanbul'a erişmiş ve oradan Anadolu'ya, hatta Arabistan'a dağılıp iskân edilmiştir. Balkanların, bilhassa Bulgarların yaptıkları zulüm ve katliamlar, tüyler ürpertici olmuştur. Ömer Seyfeddin'i, Refik Hâlid'i, Pierre Loti'yi okumak kâfidir. On binlerce sivil Türk, kadın, ihtiyar, çocuk ve bebek, her türlü işkenceyle doğranmıştır.
Rumeli'den Türk Göçleri / Ahmet Halaçoğlu
Kirkkilise bozgununu müteakip, ordunun ricata başlamasıyla, zulme uğrayan müslüman halk, adeta İstanbul'a hücum etmiştir. Öyle ki, birkaç gün içerisinde İstanbul pek acıklı bir manzara göstermiş, bütün camiler, mescidler, köşkler, konaklar göçmenlerle dolmuştur. İstanbul'daki bu gibi dinî ve hayır binaları bu kadar göçmeni tabii olarak barındıramayacağından, binlerce göçmen de arabaları, hayvanları ile günlerce meydanlarda, sokaklarda kalmıştır. Bu durum Ahmed Rasim'in yazdığı "Hal ve Mevki" isimli köşe yazısında 93 harbinin bir devamı gibi gösterilmektedir. Adı geçen köşe yazısı, özet olarak, "Dikkatimi bir şey çekti. O gördüğüm göçmen kâfileleri bundan 35 sene önceki göçmenlerin aynısı... Arabaları, hasır örtüleri, kıyafetleri, yürüyüşleri, mandaları ve öküzleri yine o... Hiç degişmemişler. Öyle ki, 35 seneden beri devam eden bir uykudan uyanan biri kalksa, hâlâ Rus muharebesinin devam ettiğine kani olur. Yoksa yine öyle de ben mi uyanıyorum? İhtimal. Fakat mutlaka acı bir ihtimal. Çünkü Ruslar değişti, bunlar değişemedi. İşte muhaceretin sebebi, felsefesi, maddiyeti" şeklindedir. Gerçekten de zamanın yayın organlarının hepsi İstanbul'a gelen göçmenlerin sefaletini anlatan haberlerle doludur. Öyle ki bunların durumları karşısında türküler dahi yazılmıştır.
Henüz genç ve sağlıklı bir bedene sahipken, zafer borularının öttüğü anda ölmek güzel olabilir; ama bir hastane koğuşunda uzun uzun acı çektikten sonra ölmek daha kötüdür herhalde, evde, sevgi dolu inlemeler, hafif ışıklar ve ilaç şişeleri arasında ölmek daha melankoliktir. Ama bilinmeyen, yabancı bir diyarda, sıradan bir han odasında, yaşlı ve çirkinleşmiş bir biçimde, dünyada, arkada hiç kimsenin kalmadığını bilerek ölmek kadar zor hiç bir şey olamazdı.
Reklam
Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da, Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki. Ağaç da çürümüş zaten. Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu. Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu?
Alametler
Yüzyıl önce mi ya da az önce mi oldu, yoksa hiç mi olmadı, bilinmiyor. Bir oduncu işe gitme vakti geldiğinde baltasının olmadığını fark eder. Komşusunu gözler ve komşusunda, bakışları, mimikleri, konuşma biçimiyle tam bir balta hırsızı tipi olduğunu da fark eder. Birkaç gün sonra oduncu baltasını ormanda düşürdüğü yerde bulur. Komşusunu yeniden gözlediğinde hiç de balta hırsızına benzemediğini fark eder; ne bakışlarıyla, ne mimikleriyle, ne de konuşma biçimiyle.
Gebe kadınların ahlakı yoktur. Yalnızca o en ilkel kendini feda etme içgüdüsü vardır. Kitabın da, eşliğin de, gerçekliğin de canı cehenneme, eğer değerli cenini tehdit ediyorsa!.. Irksal bir korunma dürtüsü bu, ama topluluğa karşı işleyebilir; toplumsal değil, biyolojik bir şey bu. Bir erkek hiçbir zaman bunun pençesine düşmediği için şükretmeli. Ama bir kadının bu duruma düştüğünü fark edip dikkat etmeli. Sanırım eski devletçilerin kadını mal olarak kullanmalarının nedeni bu. Kadınlar buna neden izin verdiler? Çünkü sürekli gebeydiler, çünkü çoktan sahiplenilmişler, köleleştirilmişlerdi!
Aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman düşünebileceksiniz.
595 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.