Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Oguzhan Ugur

Oguzhan Ugur
@yenibahcelioguz
Bu rûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var.
4 okur puanı
Ekim 2018 tarihinde katıldı
Yine bütün gazetelerimizde "Halk türkülerimizin armonize edileceği" yazılır, durur; halbuki yeryüzünün hiçbir tarafında, hiç bir milletin halk türküsü doğrudan doğruya armoni kabul etmez, bunun kendine göre bir ahengi vardır ve meşhur Alain'in dediği gibi: "Halk musikisi armoni araştırmalariyle alay eder." Çünkü "bu musiki kendi kendine kâfidir; armoninin yardımına muhtaç olmadan tutunur ve yaşar; hattâ armoninin ona ne ilâve edeceği bilinmez; hiç bir musikinin onun kadar bünyesi ve kuvveti yoktur; zamana mukavemetinin hikmeti de budur."
Sayfa 137
Reklam
Bir edebiyat konferansının bir stadyum kadar kalablık topladığı gün, gazeteler edebî hâdiseye de spor kadar alâka gösterir. Fakat, Allah o günleri göstermesin. Futbol gibi ayağa düşen bir edebiyatın değerinden de, gelişme şanslarından da şüphe ve endişe etmek lâzımdır.
Sayfa 60
464 syf.
·
Puan vermedi
Bir İhtilal Daha Var
Bir İhtilal Daha VarÖrsan Öymen
9.2/10 · 42 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Adına ne derseniz deyin, ister ihtilal, ister darbe, ister inkılap, ister "koruma ve kollama"... Türkiye'de askerî müdahaleler tarihi, bir bakıma övünen, sövünen ve dövünen "yurtsever"lerin dramını da sergileyen bir tarihtir.
Sayfa 416Kitabı okudu
Reklam
15 şubat...
Dündar Seyhan, son sürat Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Önür'ün odasına daldı: Paşam, dedi, ben babamın elini öpmüş adam değilim, sizin elinizi ve ayağınızı öpüyorum. Ne istiyordu Kurmay Albay Seyhan: Bir ihtilâl!
Oguzhan Ugur
@yenibahcelioguz·2021 okuma hedefini güncelledi.
2021 OKUMA HEDEFİ
6/40 kitap - %15 tamamlandı
6 kitap okudu
40 kitap
1.720 sayfa
0 inceleme
18 alıntı
Dünyada dört türlü hak vardır. Ana hakkı, baba hakkı, Sapancalı Hakkı, bir de Yâkub'un yarbaylık hakkı...
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
İhtilali kim yapmıştı? İlk zamanlar bilmiyorduk. Sonra komite üyelerini tanımaya başladık. İçlerinden en genç olanının bir sözüne takılmıştık.. Yakında Türk atlarının nal sesleri Viyana sokaklarında işiteceksiniz, demişti de, Akis dergisi muhabirlerinden, at yarışı hastası Atilla Bartınlı sormuştu: "Hayrola Yüzbaşım, konkurhipiklere mi katılıyoruz?" Yüzbaşı bozulmuştu. Ama yıllar sonra idealini başka bir şekilde gerçekleştirecekti. Ticarete atılıp bir TIR filosunun sahibi olacak, Viyana kapılarında, Türk atlarının nal sesleriyle olmasa da, Türk TIR'larının egzoz sesleriyle göğsümüzü kabartacaktı.
Haydarpaşa'da limanın mı yoksa başka bir köşenin mi, hâsılı, bir şeyin, küşat resmi yapılıyordu. Alman direktör Kauç, vükelâdan, rüfekâdan, yerliden ve ecnebîden mürekkep büyük bir heyet huzurunda nutkunu okumak üzere ayağa kalktı. Birdenbire, kulaklara, alışmadığımız, bilmediğimiz bir dil çarptı. Bu ne tuhaf Almanca idi! Hayır, herkes aldanıyordu. Bir kelime Türkçe bilmeyen direktör Kauç şimdi Bâb-ı Âli üslûbuyla Türkçe bir nutuk söylüyordu, yani elindeki kâğıttan okuyordu! Gözlerim Hallaçyan'a gitti. O, bakışlarında bir zafer tebessümü ile, mağrur, sakalını okşuyordu. Sonra bana izahat verdi: Monşer, bu herifler Osmanlı topraklarında bulunuyorlar, burada çalışıp para kazanıyorlar. Bir resm-i küşatta resmî nutuk Türkçe olmak lâzım değil mi? "Türkçeden başka bir söz söyletmem, hepimiz berbat ederim", dedim. Nutku Almanca sözlerle yazdırdım, Türkçe okuttum.
Sayfa 132Kitabı okudu
Abdülhamit'i ima ederek: "O adam karşımda bana tabanca çekerek beni tehdit etmiştir" diyordu ve senelerce evvel geçirdiği râşenin hâlâ sesinde izleri hissolunuyordu.
Sayfa 114 - Küçük Sait PaşaKitabı okudu
Mütarekeden sonra İngilizler onu da Malta'ya götürmüşlerdi. Almanlardan bahsediliyordu. Alman devletinin tekrar kalkınması yahut ezilmesi ihtimalleri görüşülüyordu. Mithat Şükrü, derhal bir vazife ifa eder gibi, Alman hükûmetinin istikbali hakkında nikbin görünmeye ve işlerin düzeleceğini temine başladı. Rahmi, derhal parmağını zayıf noktanın üzerine koydu: Mithat hâlâ kendisini hükûmetteki İttihat ve Terakki'nin kâtib-i umûmîsi zannediyor ve her şeyi gül renginde göstermeye çalışıyor, ona müdafaa edilecek bir hükûmet olsun, isterse Alman hükûmeti olsun, bakınız onu bile okşuyor! dedi.
Sayfa 108 - Mithat Şükrü BledaKitabı okudu
Cemal Paşa, "İttihad-ı İslâm" politikasından ziyade Türkçülük ve "Panturanizm" idealine âşıktı. Türk Ocakları onun yardımını unutamazlar.
Sayfa 103 - Cemal PaşaKitabı okudu
Galiba, Meclis-i Mebusan'ı lüzumsuz bir makine, boşta döner bir çark gibi telakki ediyordu. Bazı düşüncelerinin kanuna uymadığından bahsedildiği zaman, sakin bir istihfafla: Kanun yokmuş! Yap kanun, var kanun! derdi.
Sayfa 43 - Enver PaşaKitabı okudu
Reklam
"Derhâl yanımda bulunan ordu komutanına: Kemâlettin Sâmi Paşa'yı bulunuz. Bizzat Trikopis'le beraber bütün düşman generallerini esir etmezini söyleyiniz dedim. Bu emrim derhâl telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir subay benim bu emrimi işitir işitmez ikrâm ettiğim çayı içmeyerek büyük bir baygınlık geçirdi." (Mustafa Kemâl Paşa)
"Adalardan dedik; “Allah!” hemen ses verdi, Bize bir ince elâ gözlü prenses verdi."
Gene meselâ, kanaatli bir İslâmcı ve Halifeci olan ve bundan bugün İsviçre'den başka kendisine oturacak yer bulamayan ateşli politikacı Emir Şekip Arslan ile Tal'at Paşa'nın bir gün mecliste bir konuşmalarına şâhit olmuştum. Samimî bir insan olan Emir Şekip, Türklük cereyânındaki ifratlardan dolayı yana yakıla Tal'at Paşa'ya şikâyet ediyor, Türk'ün Türk olmasını tabiî bulmakla berâber ondan evvel hepimizin İslâm olarak birleşmemiz lâzım geldiğini uzun uzun anlatıyordu. Türkiye'den başka her tarafta yalnız ya koloni memleketi, yâhut bedeviler âlemi olarak yaşayan İslamlârdan İttihat ve Terakkî dâvâsı için ne gibi bir yardım geleceğini bir türlü anlamayan Tal'at Paşa'nın ameli zekâsı, bu harâretli sözleri sabır ile dinliyor, daima "evet" diye baş sallıyordu. Halbuki o herkesi öyle dinler, herkese böyle 'evet' der, sonra herkesi böyle 'atlatır'dı. İçinden o da Türkçü idi.
Hiç şüphesiz millî camiamızın hudutları, siyâsî coğrafya hudutlarımızdan ibâret değildir. Büyük bir milletin çocukları olmak gururunu toprağın üstündeki itibârî bir çizginin kuşağıyla boğamayız. Bir milletin târihi, coğrafyasının içine hapsedilemez, öyle olsaydı mekteplerde okuttuğumuz târihi yeni baştan yazmamız lâzım gelirdi. Türk milleti Sultan Osman'dan çok evvel doğdu ve koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nun hudutları bile onun millî hudutlarını kuştacak bir genişlikten mahrum kaldı.
Cemâl Paşa, konsoloslara ek olarak, emrindeki herhangi bir Alman subayının kendi yetkisinden bağımsız olarak hareket etmesine de izin vermedi. Alman subaylarına karşı tavrında, onlara olan güvensizliğini açıkça gösterdi. 18 Nîsan 1917'de Von Kress'i, İstanbul telgraf bürosundaki Alman subayı Feldman'la şahsen görüşürken telgraf başında yakalamıştı. Bunun üzerine Cemâl, iletişimi derhâl durdurarak Feldman'a, karargâhta görevlendirilen subayların kişisel olarak telgraf başında bulunmaları gerektiğinde telgraf makinesini izlemek için erkân-ı hârb reisine haber vermeleri gerekliliğini ihtâr eden bir telgraf gönderdi. Enver Paşa'ya da ayrıca bir telgraf göndererek düzeni korumak için bu tür faaliyetleri yasaklayan bir kararnâme çıkartılmasını talep etti.