Yokluğunda Üşümek
Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgârlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Geceyarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana...
YOKLUĞUNDA ÜŞÜMEK
Sen yoktun.
Terk edilmiş bir İstanbul vardı.
Yaşlanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarıyla sararan,
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun.
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Gece yarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun.
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana...
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvranarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun,
Kanayan bir İstanbul vardı,
Yeryüzü ıssızlığında.
(Yekta'nın Handan'a yazdığı şiir)
Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaşlanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun.
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Geceyarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gozbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun.
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Sen yoktun
Terk edilmiş bir İstanbul vardı
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına
Eylül rüzgarlarıyla sararan
bayram kartpostallarına benzeyen
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda
Gece yarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları
Trenler geçerdi gözbebeklerimden
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm
Ne yana baksam karşımda bir anı
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana
Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Gece yarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana.
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvrılarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun,
Kanayan bir İstanbul vardı,
Yeryüzü ıssızlığın da.
Yokluğunda Üşümek
Sen yoktun.
Terk edilmiş bir İstanbul vardı
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgârlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun,
"Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgârlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun.
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Geceyarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun.
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana...
Sen yoktun.
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvranarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun.
Kanayan bir İstanbul vardı,
Yeryüzü ıssızlığında."
Akıp giden zaman değil, zamansızlıkmış. Ansızın gerçekleşir bu karşılaşma. Kosmosun boşluğundan düşmek gibi bir boşluk. Düştükçe dipten uzaklaşmak sonra da kendi zamanının kollarında çıplak ve donmuş bir ağaç gibi üşümek…
Evet üşümek zamanın vahşi kollarında.
Tatar Çölü’nde donmuş bir ağaç gölgesine sırtını dayamış, o sarı, o toz boşluktaki gözler… Senden, benden, bizden başkası değil.
Varoluşun yokluğunda, Tatar Çölü, bitmeyen ama bir çırpıda okunan bir yaşam gibi. Bu yaşamda Giovanni Drogo oluyorsunuz, onun hayalleri, umutları bitmez tükenmez; ama asla gerçekleşmez. Tıpkı sizinkiler gibi.
Sayfalar boyu ilerlediğinizde içinizdeki korkmuş sesin:
“Umut, var ettiğimiz çürümüşlükten başka bir şey değilmiş.” çığlığı sarsıyor duvarlarınızı. Duymamak, bilmemek, kaçmak bu çığlıktan nafile. Çıldırasıya bir sağırlık istenci…
Kitabı okudukça kahramanın kendini tüketmesine, kendine duvarlar, mezarlar örmesine ve bunun adına umut demesine dayanamayıp” Aptalsın sen aptal! Umut diye bağlandığın şey kör bir bağnazlıktan başka bir şey değil. “derken buluyorsunuz kendinizi.
Öfkeyle kitabı kapatıp, zamanın zamansızlığında dolanıp dururken, kitabın sayfaları arasında kaybolmuşluğunuzu bir kez daha görüyorsunuz.
Tıpkı akreple yelkovanının aynı yörüngede dönüp durması gibi.
Sahi zaman gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı?
Sen yoktun.
Terkedilmiş bir İstanbul vardı.
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgarlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Gece yarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana.
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvrılarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun,
Kanayan bir İstanbul vardı,
Yeryüzü ıssızlığın da.
Yokluğunda Üşümek
Sen yoktun.
Terk edilmiş bir İstanbul vardı
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgârlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek, Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa, Kıvranarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle deliliğin sınırlarında. Sen yoktun.
Sen yoktun,
Kanayan bir sevda vardı,
Yeryüzü ıssızlığında.