Gençlerimiz fakültelere sokulmuyor, yurtlarından kovuluyor, dövülüyor, öldürülüyorlardı. Ben bağrından vurulan Süleyman Özmen'i, bu dağ gibi imanlı çocuğu, üniversite koridorlarında bir dal gibi devrilen İmamoğlu Yusuf'u, ciğerleri pompa ile parçalanıp binanın üst katından sokağa atılan Önkuzu Dursun'u, daha tırnakları sökülenleri, tabanlannın altı üç hilâl şeklinde yarılanları gördükçe perişan oluyordum. Bir gün dayanamayıp telefonu açtım. Dündar'a: “Ne oluyoruz kumandan. Bu çocuklara ben dayanamıyorum” dedim. Dündar iki kelime ile cevap verdi.
“Darülharp... Harpteyiz...” Sonra ses yok. Kendi kendime Darülfünun... Darülharp... Darülcünun... Üniversiteler harp sahası hâline geldi... Aman yarabbi!.. demiştim.