Bir taş,
yalnızca bir taş,
zamanın ve toprağın
tam ortasında
duruyor kral gibi,
utkusu devinimsizliğin,
utkusu katılığın,
ağırbaşlı utkusu yıldızların,
kıpırdayan
her nesnenin önünde
tek başına,
derin yoğun ve katıksız.
Gümüş sırtına binince zamanın
Ayağı yerden kesilen indirir sedef kırbacını
Tahta aynadan kopmuş artık
Işığın haz yüzeyinde eğirir tozları
Çok izlekli gövdeler
Tel örgülerin ardında koy ve vaha
ne kadar yakın ne kadar uzak
Mavinin üzerinde tuhaf gölgeler, Araplar
telin ardındayım ya, dokunulmam.
Ne vaha, ne koy ne Arap, değmez bedenime,
yalnızca korkunç ışığa söz geçirilmez burada;
Coğrafyayla iklimin elbirliğinin utkusu,
sızar hoyratça deliklerden bedenime.
...
Ben böyleydim, daha kurulmamışken
toprak, gündüz ve gece, dönüyordum
yuvarlak yol boyunca, sonsuz olan...
Bunu dedikten sonra, küçümseyerek
başladı gene seyrine, çok daha hızlı
doğandan, yüksekten avına uçan:
Daha da, derim; düşünce bile
izleyemezdi uçuşunu, hele dil ya da üslup hiç,
öyle ki büyük bir korkuyla baktım ona.
"Bir taş,
yalnızca bir taş,
zamanın ve toprağın
tam ortasında
duruyor kral gibi,
utkusu devinimsizliğin,
utkusu katılığın,
ağırbaşlı utkusu yıldızların,