Tarımla uğraşanlar iyi bilir, ekmek kazanmak hiç kolay değildir. Çocukluğumu dedemlerin kayısı bahçelerinde geçirdiğimden biliyorum ben de... Her yer ot, diken, susuz toprak, temmuzun yakıcı sıcağı, baş belam ağustos böcekleri... Güneş yanığı tenleriyle sabahtan akşama çalışan mevsimlik işçiler, dedem, amcam... 15 sene kadar önce dedemlerin buğday ektiği yılı da hatırlıyorum, çok eskiden her yıl ekerlermiş. Tabi zaman geçtikçe, bol verimli GDO'lu buğdaylar, harcadıkları emeğin yanında çok daha ucuz bir paraya satılınca ekimi bırakmışlar. Ama - o eski zamanlar için konuşuyorum - bir parça ekmek, bir kaşık pekmez, bir tas çorba, bir bardak ayran için yani doymak için bir ömür çalışmanız gerekiyor. Şimdi git markete, al raftan, bu kadar basit... (Ki ona bile erinenler var!) Ama ne kadar sağlıklı o konuya girmek bile istemiyorum, girersem çıkamam çünkü.
Özetle, eğer ekmeğinizi topraktan kazanıyorsanız bilginizin, ilminizin, iyi niyetinizin, zekanızın pek önemi yok. En önemlisi bilek kuvvetiniz, beceriniz, sabrınız... Aytmatov da bu konuyu anlatmış.
Kitapta üniversite tahsilini bitirmiş Kemal; susuz, verimsiz toprakları olmasına karşın dönüştürülmesi için arpa ekilen Anarhay'da çalışan küçük bir işçi topluluğunun arasına katılıyor ve olaylar gelişiyor. Kemal daha önceleri okumakla meşgul olduğu için toprağa yabancı, güçsüz kuvvetsiz, 'süt çocuğu' denilen türden bir genç... Aynı zamanda çok iyi niyetli... Ama bozkır şartları çetin, işçilerin içinde 'Abakir' isimli bir bela var. Kemal'in bu koşullardaki mücadelesini ve bolca bozkır tasvirlerini okuyoruz.