Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mikail Balcı bir yorumu yanıtladı.
Merhaba Kıymetli Okurlar, İçinizi ısıtacak bir Kış Etkinliği ile geldim. ❄️☃️ Verilen kelimelerden yararlanarak en yaratıcı kısa hikayeyi yazmaya çalışacağız. 🖋 Yazma keyfinin yanında yorumlarda en beğenilen hikayeyi yazan takipçim de Sabahattin Ali'den on farklı kitap kazanmış olacak. 🎁 KELİMELER: Kar, Tatil, Eldiven Kitaplar (Tamamı Yapı Kredi Yayınları)
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
Kuyucaklı Yusuf
Kuyucaklı Yusuf
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki Şeytan
Sırça Köşk
Sırça Köşk
Değirmen
Değirmen
Yeni Dünya
Yeni Dünya
Bütün Şiirleri
Bütün Şiirleri
Kamyon
Kamyon
Kağnı - Ses - Esirler
Kağnı - Ses - Esirler
Çakıcı'nın İlk Kurşunu
Çakıcı'nın İlk Kurşunu
Etkinlik için
Kitapyurdu.com
Kitapyurdu.com
'dan ilham aldım bu nedenle eserleri de doğrudan -kargo tarafımdan karşılanacak- Kitapyurdu'ndan göndereceğim. ❓️Birden fazla hikaye ile katılım sağlamanız mümkündür. 🗓15 Aralık tarihine kadar katılım sağlayabilirsiniz. SEVGİLERLE...
·4 alıntı·
7 artı 1'leme
·
27,7bin görüntüleme
Semra. okurunun profil resmi
Öne Çıkan Yorum
(Yazana kadar gözlerim gitti lütfen gülmeyin 🤭🤭🤭) Soğuk bir kış günüydü öylesine üşüyordum ki tek istediğim eve gitmekti. Hızlı adımlarla eve gidiyordum kar öylesine artmıştı ki resmen önümü göremiyordum bu gidişle soğuktan ve açlıktan dolabilirdim, üstelik sırtimda ki çanta öyle ağırdı ki sanki taş taşıyordum. Böyle günlerde beni bir hüzün alır bir melankoli sarardı. Az buçuk daha yürüdükten sonra önümde kaldırımın hemen ortasında siyah bir şey gördüm. Cüzdana benziyodu Evet evet kesinlikle cüzdanı. Yaklaşırım ve hemen etrafıma baktıktan sonra cüzdana uzandım ve onu aldım. Öyle bir heycan yapmıştım ki nedenini bilmiyorum... Cüzdan pörsümüş ve rengi solmuştu, cüzdanı açtım ve içinde 2 tane 200 olduğunu gördüm ve hemen yanında da küçük muhtemelen 4,5 yaşında olduğunu düşündüğüm küçük mavi gözlü al yanaklı bir kız vardı. Cüzdandan ve kızın üstündeki kazaktan anladığım zengin olmadıklarıydi. Cüzdanda bir erkek kimliği de vardı. Yanı onu kolayca bulabilir cüzdanını geri verebilirdim. Düşündüm verse miydim? Sonra sıcacık bir çorba fikri geldi aklıma bu parayla Bir çorba içebilir kalanı ile ayakkabı alabilirdim. Annemin bize hergün verdiği o salata karnımı doyurmuyordu üstelik ayakkabılarım çok su alıyordu ve okuldaki herkes benimle dalga geçiyordu. Hem adamın sadece 4 yüz lira için üzüleceğini zan etmiyordum. Üstelik erkekti yaşı iyiydi çalışabilirdi 2 günde tekrar o paraya sahip olabilirdi. Bu cüzdan şans eseri karşıma çıkmıştı. Nasibimdi. Aldım cüzdanı koydum cebime ve hemen o hergün önünden gectigim çorbaciya karşı yürüdüm. Baya sıcak bir yerde çorbamı içtim. Ahh..uzun zamandır böyle güzel bir şey yememiştim. Harkuladeydi... Çorbacidan sonra direkt eve gittim. Annem tabi sorular sordu ama ders uzadı gibi yalanlar söyledim. Çünkü annem cüzdanı aldığımı bilseydi bana baya kızar kalan paranın üzerine para ekler ve gönderirdi geri. Odama geçtim ve biraz kitap okunduktan sonra hemen uyudum. Muhtemelen karnım tok olduğu için güzel bir uyku geçirecektim. Sabah kalktığımda hemen hazırlandım ve çantamı hazırlayıp odamdan çıktım. Annemin ısrarlarına rağmen kahvaltıyı etmedim çünkü onuda dışarda yapmak istiyordum para yeterdi. Evden çıktım ve okul yolunda ilerlemeye başladım. Ilk önce bir kahvaltı yaptım 100 tl yine gitmişti ama hala 200 tl vardı ayakkabıya yeterdi. Mağazaya girdim ve 200 tl lik bir ayakkabı aldım ve dışarı çıktım. Fakat...Fakat oda neydi? O adam..kimlikteki o adam o adamdı bu. Emin olmak için cüzdanı açtım kimliğe baktım evet evet oydu. Ama adam kördü. Göremiyordu ah nasıl olurdu. Olamazdı görmüyor olmazdı . Üstünde pörsümüş o ceket? Hemen gitmeli ve ne olduğunu anlamalıydım. "Amca" dedim. Adam bana döndü ellerini yüzüne siper etti sanki onu dövecekmişim gibi. Korkuyordu. "Amca sakin ol ben sana zarar vermicem " dedim içini rahat etmek için. "Nereye gidiyorsun yardim edeyim" dedim. Sesimi doğru geldi ve elini koluma koydu onu sakinleştirmek için elini tuttum ve sıvazladım. Korkusu geçtikten sonra bir kağıt uzattı ve "beni bu adrese götür evim burda" dedi. Hemen tamam deyip koluna girdim ve evine doğru yola koyulduk. Yol boyunca ona eşlik ettim ama ne o ne de ben konuştuk. Bu kalbimi sızlatan beni öldürecek gibi içimini sıkıştıran şey neydi? Vijdan azabı mı? Evine geldik. Ev dediğime bakmayın sadece eski bir yatak yorgan kanepe ve halısı vardı. Onu yatağına oturttuktan sonra gitmeyi düşündüm burda daha fazla kalamazdım bu hali daha fazla görmek istemiyordum. Tam arkamı çıkıp gidiyordum ki adamın sesini duydum: "Şu dolapta biraz dem olacaktı bize bir bardak çay yapar mısın yavrum?" "Elbete" dedim. ona bu iyligi yapacaktım. Demi çıkardım ama dem o yüzlerce kez kullanılmıştı. Ah içimden bir parça daha koptu.. Bir süre sonra ona ve kendime bir bardak çay yaptım. Tabi kendime yapmadım sadece su koydum bardağa. ama o kör olduğu için görmezdi. Bir yudum çay içtikten sonra konuşmaya başladı. "Çok üzülüyorsun halime değil mı? Bende üzülüyorum, nasıl bu hale geldiğimi merak ediyorsun dimi? Yaklaşık 5 sene önce oldu" Elini yastığın altına uzattı ve bir fotoğraf çıkardı. Bana doğru kaldırdı. Bu o kızdı fotoğraftakiMavi gözlü kız. "5 sene önce kızımı gözlerimi kaybettim. Ve karım...O...o beni bıraktı ve gitti. Yalvardım ona ayaklarına kapandım ama durmadı..Ama o gitti beni bu köhne yerde farelerle ve soğukla yalnız birakip gitti. Aylarca birşeyler yemedim. Aylarca yatağımda uzandım düşündüm düşündüm. Bazen kafam patlayacak gibi oldu. Beynimi çıkarmak ve fırlatmak istediğim bile oldu. Sonra ansızın bir gün kuş sesleri geldi dışarda hala akıp giden bir zaman vardı. Kalktım ve dışarıya çıktım güneşin yüzüme değişini hisettim. Çok açtım tıpkı bir aslan gibi avlanmam gerekiyordu. Öyle öyle 5 yıl. Düşüne düşüne 5 yıl. Sonra dün o kadar acıkmıştım ki o fırtınada o soğukta birşeyler bulmak için dışarıya çıktım . O kadar aradım ki ama birşey yoktu. Sonra kaldırımın üstüne oturdum ve dua ettim allaha O sırada sırtimda sıcak bir el hisettim burnuma pahalı bir parfüm kokusu geldi ve elime kağıt gibi birşey girdiğini hisettim. Paraydi. Sonra tesekur bile etmemi beklemeden gitti adam yada kadın. Gözlerim gibi hafızamda iyi değildir yawrum kusur gorme. Sonra bir çocuğa sordum ve 400 tl olduğunu öğrendim . Sevinmiştim. çok hemde ama Sevincim yemek icin değildi. Sevincim ne içindi biliyor musun? Kızım içindi. Çünkü kızımın mezarı dibe batmıştı . Mezar taşını yatırabilirdim ama... cüzdanımi kaybettim güzel kızım. Nasıp değilmiş bana o para. Gitti. Çok seçince herşeyin gitmesi gibi oda gitti." Inanamiyordum ben ne yapmıştım? Böylesine bir günahı nasıl işlemiştim ben napmıştim? Neden? Niçin? Zaten sıcak bir evim annem ve yemek vardı neden böyle bir şey yapmıştım? Mezar yaptıracakti? Hemen evden koşar adım çıktım adamın arkamdan bağıran sesini bile dinlemeden ordan uzaklaştım. Nefen alamıyordum ölüyordum kahır çekiyordum. Vijdan azabı böyle birşey miydi? Ah hayır benim cezam ölüm olmalıydı. Üzerinden bir gün geçti ama ben düşünmekten uyumamıştım ve kararımı vermiştim. El açacaktım insanlara dilenecektim o para için. Hazırlandım kaldırımda oturdum ve herkese allah rızası için bir kuruş dedim 2 saat içinde kartondan bir sürü demir para ve 5 tl lik paralar birikmişti. Ama yetmemişti biraz sonra birininin kartona 100 tl attığını gördüm. Sevinçten ağladım ve yüzlerce kez allah razı olsun olsun dedim. Para 300ze yakın olmuştu hemen gidip bunu adama verecektim. tam kartonu kapattim yerimden kalktım ve o sırada polisi gördüm. Bana doğru yürüyorlardı ve beni işaret edip birşeyler söylüyorlardı. Ah hemen kaçmalıydım. Para kantonunu kucakladiğim gibi kaçtım. Onlar peşime düşmüştü hızlı olmalıydım. Ve koştum ve daha hızlı ve daha hızlı koştum. Sonra çıkmaz bir sokağa girdiğimi fark ettim. Napacaktim? Hemen kutuyu açtım ve bir avuç bozuk para aldım ve gersini çöp kutusunun içine sakladım. Öyle bir sakladim ki kime bulamayacaktı inşallah. Sonra polisler beni yakaladı ve üstümdeki parayı aldılar neyseki sadece o kadar sandılar. Sonra beni nezarete götürdüler ve tam tamına 2 gün nezarette kaldım geceleri yaşlı adam ve para için uyuamıyordum. Günler geçmiyordu 2 gün adeta 2 yıl olmuştu . Sonra beni serbes bıraktılar.. Bırakır bırakmaz anneme bile sarınmadan koştum. Hemen çöp kutusuna gitmeli ve parayı adama vermeliydim. Annem çok kötü durumdaydı ana ona sonra herşeyi anlatırdım. Çöp kutusuna vardım . Paralar ordaydı. Allah bana gülmüştü .Para gitmemişti. Hemen kutuyu aldım ve adamın evine doğru koştum koştum ve vardım. "Amca...Amca!" Diye bağırdım ama evinde kimse yoktu. Heralde dışarıya çıkmış olmalıydı. Oturdum onu bekleyecektim.20 dk oldu ama adam hala yoktu sonra dışarı çıktım yan evin kapısını çaldım . Bir kadın kapıyı açtı tesettürlü ve orta sınıf biriydi. Adamın ismini söyledim ve onu hiç gördünüz mu? Dedim. Ve o an ruhumun ölümünü gerçekleştiren. Beynime kan sıçratacak bir cevap aldım kadından. "O amca dün sabah evinde ölü bulundu." En son duyduğum şey buydu başka hiçbir şey duymadım. Kulaklarım kör gözlerim kör, dilim lal olmuştu. Yüreğim saman alevi gibi yandı. Olamazdı. Olmamalıydı sakaydı. Borcum vardı. Ben yaşayabilirmiydim? 2 ay sonra kızda ölmüştü . Annesinin ve arkadaşlarının söylediğine göre hiç yemek yemiyor sürekli. Mavi gözlü bir kız Ve yaşlı bir adam görüp durulduğunu söylüyormuş. Ve ölüm nedeni bitkisel hayat.
Seyyid okurunun profil resmi
Bir varmış bir yokmuş, eski zamanlarda hiçbir şey yokmuş:d şaka yaptım ya hû gelin divana oturun da size Ak Sakallı Dedemizin odun toplama hikayesini anlatayım. Bundan bilmem kaç sene önce, bilmem kaçıncı yüzyılda bizim Anadolu bölgesinde, bir köy tatil evinde soğukların nirvanasını yaşadığı, insanların soğuktan kaşlarının buz tuttuğu bir kış gününde Ak Sakallı Dedemiz bir dağa çıkıp odun kesmeye karar verir. Hanımına: hanım bîzahmet orta bir kayfe yap ta oduna gideceğim. Hanımı: tamam beyim hemen. Dedemiz kayfesini içtikten sonra baltasını omzuna atar eldivenlerini takar ve dağa çıkmaya koyulur. Yürürken: "la ilahe illallah, MuhammedûrRasûlullâh" diye zikredermiş mübarek... Derken dedemiz odun keseceği bölgeye yaklaşmış. Baltasıyla yavaş yavaş kesmeye başlamış. Bilâhare, kestiği-topladığı odunları kızağına yükleyiveriyordu... Gel zaman git zaman derken dedemiz odunlarını toplamış ve vakit artık öğlen vakti olmuştur. Dede aç, kızağın başını tutacak olan iki köpek aç... Dede köpeklerin yemeğini tahmin etmemişti çünkü çabuk döneceğini zannediyordu. Fakat köpekler durur mu açlıktan iplerini ısırarak açıvermişler yularlarını. Bir müddet köpekler gözden ırak oldu. Dede de kahırdan oturmuş bir çam ağacının dibine; ben ne etçem? Hatçeye ne dicem? Odunları nasıl götürcem? Diye dert yakınıyordu... Derken köpekler geldi Dedemizin üzerine bir zıpladılar... Dedemizin gözlerinden sevinç akıyordu... Sonra köpekleriyle konuşmuş; siz karnınızı doyurdunuz mu? Köpekler; "bir iki tane kurt yedik" mânasında başlarını salladılar... Dedemiz öğle namazını kılmadığı için üzülüyordu fakat kılamazdı da çünkü dedemiz şafii mezhebine bağlıydı. Ve şafiilerde köpek tene temas ettiği vakit abdest bozulur. Dedemiz abdest almak için bir müddet su aradı fakat bulamadı her yer resmen donmuştu. Daha sonra yeri kazmaya başladı bir iki avuç toprakla teyemmüm abdestini alıp dikdörtgen bir taşın üzerinde yönünü güneye çevirerek namazını kıldı. Neticetü'n netice, dedemiz kızağını bağlayıp ev yoluna koyuldu. Hatçeye: hatçem ben geldim. Hatçe: başım gözüm üstüne geldin beyim, hoş sefa geldin... Bey: hoş sefa bulduk hatçem. Köpüklü bir ayranın varsa hayır demem dedi. Hatçe : hemen getiriyorum beyim. Hikaye daha da uzun da ben yazmaktan yoruldum 😮‍💨
Morena okurunun profil resmi
Günlerden bir gün uzak bir ülkede fi tarihinde yaşlı ve yalnız bir kadın yaşarmış. Yaşlı kadının tek odalı bir evi ve kendisi dışına ne bir işi ne de bir ini varmış. Her gün sabahın erken saatlerinde yaz-kış demeden kalkıp çöpte yemek ararmış. Yaşlı kadın bir gün her şeyin aynı olduğu ama tek farkın o gün bulacağı şeyin ne olduğunu bilmediği bir güne uyandı. Güzelce örtüsüne sarındı ve küçük bohçasını beli sarıp düştü yollara. Çöplüğe varmıştı fakat ne hikmetse o gün tek parça bir şey bulamıyordu halbuki bu savurgan ülkenin bu çöplüğünde çoğu zaman ihtiyaçlarını karşılardı. Tam ümidi kesmek üzereyken çöplüğün üstünde bir eldivenin altında tavuk kafası gördü. Çöpün içerisindeki tavuğun kafasına bir müddet baktı. Alıp almamak konusunda kararsız kaldı. Uzun aradan sonra çöplükte et bulmuştu. Bu etin tavuk kafası olması onu pek memnun etmese de "hiç yoktan iyidir" diye düşünerek tavuğun kafasını aldı. Umduğunu bulamadığı her halinden belli olan yaşlı kadın yorgun argın evine döndü. Çok aç olmasına rağmen tavuğun kafasını bir türlü yiyesi gelmiyordu. Yüzünü yukarı döndü ve şöyle dedi "Ey hikmetinden sual olunmayan Allah'ım belki de hayırlı olan bunu yemememdir." Kalkıp tekrar yollara düştü ama bu sefer de eve elleri bomboş döndü. Üstelik daha da acıkmıştı. Ama bir de ne görsündü evi baştan aşağı temizlenmiş ocağında da bir aş var yaşlı kadın pek sevindi lakin çok da şaşırmıştı kimdi bunu yapan? Tekrar yüzünü yukarı döndü ve şöyle dedi "Ey hikmetinden sual olunmayan Allah'ım vardır bunda bir hayır" yemeği yemeğe koyuldu. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar huzurluydu. Üstelik karnı da bir güzel doymuştu. Gel zaman git zaman kadının bu durumu devam etti her gün ocağında aş evinde huzuru buluyordu. Yaşlı kadın artık merak etmeye başlamıştı neydi bunun hikmeti? Bir gün evden çıkmış gibi yaptı fakat hiçbir yere gitmedi.Evde bir köşede saklandı ve evine gelen o Allah'ın dostunu beklemeğe başladı. Bir de ne görsündü günler önce çöpte bulduğu o tavuk başı güzeller güzeli bir Ahu olmasın mı? Sonra da kalkıp yaşlı kadının evine küçük bir cennete dönüştürmesin mi? Yaşlı kadının dili tutulmuştu. Hemen eve girdi ve genç kızın kolundan tuttu. Kimmiş neyin nesiymiş hesap soracaktı. Genç kız ağlamağa başladı başından geçenleri anlattı: Güzelliğini kıskanan bir büyücü onu bu hâle getirmişti ve o güzeller güzeli Ahu yalnız bir müddet için insan hâline dönebiliyordu. Yaşlı kadın pek üzüldü kızın bu haline. Genç kıza döndü ve artık ikisinin birer anne kız olduklarını söyledi. Genç kız mutluluktan ağlamağa başladı. Kapandı yaşlı kadının ayağına ve artık ona analık edecek bu kadının ellerini ayaklarını öpmeye başladı. Yaşlı kadın da pek sevindi bu duruma. Şu koca yeryüzünde artık ona da bir yoldaş bir arkadaş vardı. Bundan böyle her gün yaşlı kadına tatildi. Dilediğini yapmakta özgürdü çünkü genç kız her şeyi üstlenmişti. Her gün misler gibi yemekler yer tertemiz çarşaflarda uyurdu. Derdini dinleyecek bir dostu da olmuştu. Günler böyle güzelce geçiyordu. Genç kız bazan kapının önünde elinde şiş, örgü örüyor bazan yemek yapıyordu. Yine örgü ördüğü günlerden bir gündü. Ülkenin şehzadesi de ülkede at üstünde gezmekteydi tam yaşlı kadının evinin önünden geçerken genç kızı gördü. Yüreğinde bir ateş hissetti. Bu yeryüzündeki tüm güzelliklerden güzel olan Ahu'ya vuruldu. Durumu babasına anlatmalı ve yüreğindeki ateşi söndürmek için Ahu'ya varmalıydı. Döndü sürdü atını saraya, vardı saraya, kapandı babasının ayaklarına, yalvardı o Nazlı Dilber'in kendisine varması için. Babası şaşırdı ve hüküm dolu sesiyle şöyle dedi "Ey oğul madem kaptırdın gönlünü o Dilber'e varıp bakalım kimmiş diye" padişah atını mahmuzladı, vardılar yaşlı kadının evine. Padişah ötelerden dağ titreten sesiyle seslendi yaşlı kadına kızını çağırması için. Yaşlı kadın yeminler etti yalnız olduğuna. Pdişah evi altüst ettirdi yoktu dilberden ne bir iz ne de bir his. Yaşlı kadına dönerek "ya o Dilberin yerini söylersin ya da bu yaşlı halinle zindanı boylarsın dedi. Yaşlı kadın ağlamağa başladı. Yeminler etti bir kızının olmadığına. Padişah hemen köye haber saldı. Fakat tüm köylüler yaşlı kadının yıllardan beri yalnız olduğunu söyledi. Şehzade yaşlı gözlerle babasına baktı fakat yapacak bir şey yoktu. Padişah döndü sırtını köye sürdü atını saraya. Genç şehzade pek üzülmüştü rüyalarına girip durdu o Ahu. Uyandığında da yoktu ya o Ahu. Günden güne eriyen şehzade'nin hâli içler acısıydı. Padişah oğlunu böyle görmeye dayanamadı. Günler sonra bir hışımla kalkıp atına bindi ve sürdü atını yaşlı kadının evine. Tam kapıyı çalacakkken kapının açık olduğunu fark etti ve bir de ne görsündü selvi boylu ceylan gözlü dilber eğilmiş evi süpürmekte. Yaşlı kadın yalan söyledi diye hem öfkeden kızarmış hem de oğluna derman bulduğu için içten içe sevinmişti. Girdi içeri tuttu kızın kolundan. Güzeller güzeli Ahu saraya gitmemek için yalvarmaya başladı. Ne Ahu yanaşıyordu gelmeğe ne padişah yanaşıyordu vazgeçip gitmeğe. Ahu baktı olacak gibi değil durdu şöyle dedi padişaha "Ey padisahım benim anam tektir yalnızdır yaşlıdır bensiz yaşayamazdır heç olmazsa bekle de anamı da kendimle getireyim" dedi. Padişah "evet bekleyelim emma onu zindana götürmek için bekleyelim. Ne cüretle bana yalan söyledi. Onun yüzünden oğlum bir mum gibi eridi gözümün önünde. Kız anasının eve gelmemesi için dualar edip ağlamağa başladı. Bir müddet sonra yaşlı kadın eve döndü bir de görsündü saray atı kapının önünde, koşa koşa girdi eve, baktı padişah oturmuş genç kızın dizinin dibine. Ahu anasını görünce kapıda fırladı ayağa anaaa, dedi varıp anasına anlattı her bir şeyi. Ana düşündü olsa olsa padişah o büyücüyü bulup bozabilirdi bu işi. Çaresiz bir şekilde tüm olanları anlatmağa başladı. Padişah olanları duyunca yaşlı kadını zindana atmaktan vazgeçti. Çünkü hakikaten de Ahu onun kızı değildi. Ona başka bir ceza vermeyi düşünse de Ahu'nun üzülmemesi için yaşlı kadını affetti. Çünkü Ahu'nun üzülmesi demek onun oğlunun üzülmesi demekti. Padişah tüm ülkeye yolladı bir Ferman, fermanı duyan durdu kıyam. O büyücü bulundu, büyüyü bozduktan sonra kovuldu. Şehzade kavuştu Ahu'suna, hem sağlığına; bundan başka ne dileği ola. Bu masal da burda biter ben böyle duydum bu yaşıma kadar, anlattım size baştan sona kadar, okudunuz sizde buraya kadar. İnananlar çıksınlar kerevetine inanmayanlar da bıraksınlar hikayeyi olduğu yerde.
Piraye okurunun profil resmi
O’nu… Adını ya kaçarsa bir yerde ağzımdan diye dilimi kanata kanata susuyordum. Öyle saklımdaydı öyle derinimde… Ömrüm bir çift mavi göze açmıştı gözlerini. Ömrüme gökyüzü olmuştu hiç olmayacak zamanda hiç olmayacak yerde ve olmazda… Köpek gibi sevmiştim onu; öyle sadık öyle samimi. Gerçek bir sevgi neymiş öğretmişti hakkını vermişti aşkın ama ben hakkını verememiştim aşkının, veremezdim de. İkimizin de bildiğini bilmiyormuş gibi yapamazdım. Helalimin haram ettiği ömrümü haramıma helal etmeye çabalıyordum. Gerçekler de bıçak gibidir ansızın gelir keser ve doğrular kanar… Boynumu bükenlerimin boynunu bükemezdim… O “git”diyemiyordu ben “gel” diyemiyordum. “ Bir uzun can çekişme…” Bir “hoşça kal” bile demeden gitmişti ben ona diyebilmiştim bir çırpıda. Çünkü gitsin istiyordum bitecek sanıyordum gidince. Oysa insanın sevdiği en çok yokluğunda var olurmuş. Her an’ı ona dair öylesine bir aranırmış ki; ne çok kıymeti varmış öylesine atılmış bir kahkahanın, sıradan bir “iyi geceler” ondan gelmeyince nasıl da gece çökermiş insanın boğazına ve gün her gün kahır olarak geçermiş ömür hanene onunla başlamayınca. Ondan sonrası hep geceydi. Mavi göğümü de alıp gitmişti… Ondan geriye kalan kocaman bir pişmanlıktı. Gün geçtikçe daha da ağırlaşıyordu. Onu yüreğime saklamıştım. Şiirler olmasaydı canıma her gece ateş eden belki onu unutmak kolay olurdu ya da şarkılar radyodan ansızın yükselen ve onu haykıran. Gün kararıyor ,omzum ağırlaşıyor ağlayacak, saklanacak köşe arıyor… “Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını…” Aylar geçti; insan alışıyor, insan alışır… Onsuzluk eskisi kadar acıtmıyordu… Eşim ve çocuklarımla kış tatiline diye yola çıkmıştık. Karda kayak yapacaktık. Arabamız yolda kalmıştı kapkaranlıktı soğuktu ne olmuştu bilmiyorum. Eşimi uyandıramıyordum, çocuklarım neredeydi ben neredeydim burası neresiydi bilmiyordum. Benim ellerimi tutan bir el hissettim. Ellerimde siyah deri bir eldiven vardı. Kar yağmıştı ayaklarımız bata çıka yürüyorduk, nereye gidiyorduk nasıl böyle güvenmiştim ki ellerine böyle huzurla bırakmıştım ellerimi bilmiyordum. Bir dağ kulübesine girdik sıcacıktı şömine yanıyordu hâlâ, tarçın kokusu sinmişti her yere salep içmişti anlamıştım. Hâlâ fincan sehpada duruyordu. Otur dedi oturdum hiç itiraz etmiyordum ona öyle bırakmıştım ki kendimi, gözleri çok tanıdık gelmişti. Oydu işte iki gözümün nuru ondandı demek; böyle aşina böyle huzurlu gelişi… Sarılıyordum ona hıçkıra hıçkıra ağlayarak, kokluyordum öpüyordum. Sonra yığılmıştım yere. Kucağına alıyordu beni koltuğa yatırıyordu ,başımı göğsüne yaslıyordum, hep burada olmak istemişim demek, hep… İçmek istiyordu sarhoş olmak… Bense ayık olmak hem de hiç olmadığım kadar bir anını bile unutmak istemiyordum. Hep olmak istemediğim yerde yaşamıştım bu kez olmak istediğim yerde ölecektim...Ya da sarhoş muydum neden buradaydım çocuklarım, eşim, ben… ne yapıyordum. Bilmiyordum. Aklım yüreğimle, yüreğim ömrümle kavgalı ben geçmişimle geçmeyenimle… Yanıma uzandı öpmek istediği belliydi. Öpüyordu,öpüyordum… Ve: “Aşk- iki tükürüğün karşılaşma­sı...” Şehvetle değil aşkla sarılıyorduk karışıyorduk sanki birbirimize. Dünyadan uzaklaşıyorduk,yanıyorduk… Tenin tene değil tinin tine dokunmasıydı bu, ruhlarımızla sevişiyorduk… Dünyaya geldiğimiz halimizle sarılmış uyuyorduk. Yuva bazen sadece bir adamın göğsüdür. Bazen bir kadının gözü. Onu gözlerimle seviyordum uyanmasın diye dokunmuyordum. Onun bütün kokusunu içime çekip hapsediyordum ciğerlerime. Bana kapayıp uykuya açtığı gözlerine bakıyordum. İçimde pişmanlık, kaybediş, ölüm gibi bir şeyin acısı vardı onunla bakıyordum ona. Yastığına onun için süzülen gözyaşımı düşürmüş yanına da siyah deri eldivenimin tekini bırakıyordum… Sonra ondan yavaş yavaş uzaklaşıp yine bir karanlığa yürüyordum. Çok canım acıyordu ayaklarıma sözüm geçmiyordu… Ağlaya ağlaya karanlığa yürüyordum… Hıçkırarak uyandım. Rüyada olduğumu ancak fark etmiştim. O an anladım. Bazen olmaz. Ne yaparsan yap olmaz… Siyah deri eldivenlerim geldi aklıma, içim sızladı onları öpmek istedim rüyamdan geriye bir tek onlar kalmıştı. Ama tuhaf çok tuhaftı; eldivenimin teki yoktu…
Grekov Kafkayevski okurunun profil resmi
çocukluğumuzda doksanlı yılların sonunda, koalisyon hükümetli türkiyenin zayıf olduğu zamanlarda yani, çok fazla kar yağdığı için okullar tatil olunca mahallede oynadığımız kar topu savaşı sonrası ıslanan eldivenlerimizi , beş kişilik aileyi tek maaş ile geçindiren babanın aldığı kömürün içinde olduğu sobanın askısına geçirir, mandalla tutturur; eldivenlerin kurumasını beklerken yediğimiz mandalinanın soyduğumuz kabuklarını sobanın üzerine koyup onun kokusu ile mutlu olurduk. derken koalisyon hükümetli türkiyenin zayıf olduğu zamanlarda bu eylemleri yapan bizler büyüdük ve tek parti iktidarının hüküm sürdüğü, güçlü hükümetin var olduğu zamanda çift maaş giren evlerimizde kaldırdığımız sobaların yerine koyduğumuz doğalgaz peteklerinin/sobalarının faturası fazla gelmesin diye doğalgazı sadece bir odada açıp o sıcak olan tek odada bulunan çocuklarımıza bugünleri anlatır olduk. ek: 1 kg mandalina 30 tl.
Şule okurunun profil resmi
24 yaşındayım ve mimarlık mezunuyum,2 yıldır da köklü bir inşaat firmasında iyi bir pozisyonda çalışıyorum. Ama hikayemin öncesi var tabii. Ailemin 4. çocuğu olarak doğdum,ama diğer 3 çocuk üvey kardeşim olduğu için onlarla neredeyse hiç görüşmüyorum. Annem ve babam benden nefret ederdi,nedensizce. Çocukken bahçeden çicek toplamıştım annem için,elimdeki çiçekleri alıp yere fırlattı ve beni dövmeye başladı. Sen getirme çiçek falan söyle baban bana alsın dedi kriz geçirdi. O zamanlarda 5-6 yaşlarındaydım. Hiçbir şey söyleyemedim. Sonrasında gittim babama anlattım bir umut. Bana güldü,bir tokatta ondan yedim. Sürekli ağlıyordum bakıcılar beni sakinleştiriyordu ama ağladığımı görünce tekrar tekrar dayak yerdim. Anneme kızamıyorum,psikolojisi normal değildi zaten. Hasta bir kadındı. Ama babamdan ölene kadar nefret edeceğim. Hayatı eşlerini ve çocuklarını aşağılamaktan ibaretti. Sırf parası var diye insanları karşısında köpek etmekten mutlu olurdu. Ne zaman sokakta fakir birini veya bir dilenciyi görse dalga geçip suratlarına tükürmeden gitmezdi. Bana hep fakirlerin ve yetimlerin hayvandan farkı olmaz,senin gibi değiller derdi. O zamanlar anlamıyordum ama bu laflarla annemi de aşağılıyordu,annem de yetimmiş ve ben bunu yıllar sonra öğreniyorum. Bu yıllarca devam etti,artık bende fakir insanlara karşı çok sert düşüncelere sahiptim. Ben üniversiteyi kazanınca babam parayı kesti. Eşek kadar oldun git paranı kazan bir zahmet dedi. Bunun üzerine tıpkı o nefret ettiğim insanlar gibi çalışmaya başladım. Ama o kadar kendime yakıştırmıyordum ki kafede çalışmayı. Sigara molasına diye çıkıp koşmaya başladım. Karşıma bakmadan elimdeki herşeyi fırlatmaya başladım. Bir adama denk gelmiş. Pardon falan dedim,adam da şakasına beni hedef aldıysan tam on ikiden vurdun falan dedi. Baktı gözümden yaşlar akıyor biraz yumuşadı sorun değil falan dedi. Tabii hala üstümde üniforma var bana dedi ki güzel bir kahve yapsana bugün çok yoğundu. Ben de tamam ama bahşiş alırım dedim:) Açıkçası kendisi hoşuma gittiği için böyle birşey yapmıştım. 29-30 yaşlarında,yakışıklıydı ve takım elbise falan giyiyordu. Dedim ki tamam kızım sen kurtuluşunu buldun. Kendime bir ev kiraladım sonunda,tabii o da bana destek oluyordu. Çalışmamı ve okulumu hep destekledi. Mezun oldum,hala konuşuyorduk ve ben artık işin ciddileşmesini istedim. Ailenle ne zaman tanışırız diye sordum,ailesinin olmadığını ve kendini bildi bileli yetimhanede olduğunu söyledi. Taa lisedeyken hem okuyup çalışmaya başlamış,zorluklarla kendi şirketini kurmuş. Bunu öğrendikten sonra çarpılmışa döndüm,beynimde babamın cümleleri yankılandı sanki. Kendimi kötü hissettim. Ona karşı böyle acımasız şeyler düşündüğümden mi,yoksa babamın hayal kırıklığı olduğum için mi bilmiyorum. Düşüncelerimden dolayı kendimden tiksindim. Lütfen bunun benim hatam olmadığını söyleyin.
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık 👏
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Etkinlik sona ermiştir. Kitapları kazanan okur @Aessedaim olmuştur. Adres bilgilerini vermesi halinde bir hafta içerisinde gönderim sağlanacaktır.
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Hikâyelerin daha iyi görünmesi adına hikaye dışındaki yorumları kaldırıyorum sevgili arkadaşlar. Mutlu hafta sonları. 😊
Betül okurunun profil resmi
Soğuk rüzgar pencereden içeri yavaştan süzülürken,doğruluyordum sıcacık yatağımdan.Henüz hiçbirşeyden habersiz tatil olduğuna aslında kış tatili olduğuna seviniyordum.Babamin 1 hafta önce aldığı eldiveni takmak için sabırsızlanıyordum her gece baş ucuma bırakıp hayal kuruyordum.işte hayalimin gerçekleşeceği gündü,benden mutlu kim vardı şimdi? Hemen eldivenlerimi taktım beremi kafama geçirdim birde küçük oyuncak bebeğimi cebime yerleştirdim ardından evden çıkmak için yeltendim fakat yeltenmekle kaldım.o da neydi öyle annemin güzel saç taneleri yerdeydi ama kendisi yoktu seslendim fakat seste yoktu.birden az önce dışarı çıkmak için açmaya yeltendigim kapı kırıldı gelen teyzemdi ardından amcam.teyzem yanıma koştu bana sarıldı soğuk elleri sıcak tenime çarptı afalladim geçecek dedi fakat geçmesi gereken neydi? O sırada amcam bi odadan bi odaya giriyordu sanırım annemi arıyordu fakat ben onun yerini biliyordum koştur bir şekilde annemin odasına gittim.penceresi açıktı kardan dolayı kar taneleri odayı beyazla boyamıştı ama o beyazligi birde kan bürümüştü kan pencereye doğru ilerliyordu ama annem yoktu neredeydi? kan damlalarını takip ettim artık aşağıyı gösteriyordu bakamadım nasıl anladım bilmiyorum ama anladım oturdum ağlamaya başladım ardından bir çırpıda kalktım aşağıya bakmaya yeltendim o anda yerdeki erimiş kar dan dolayı birden ayağım kaydı nasil oldugunu anlamadan dengemi kayebttim aşağı düştüm bilincim hızla kapanırken elime bir el çarptı tanıdım o güzel kokusu gitmemişti ondan.annemdi bedenlerimiz yine birleşmişti,yine eli elimdeydi,yine başım göğüsündeydi elini hiç bırakmayacağım demişti sözünü tutmuştu ki tutardı zaten o benim annemdi.yüzüme son defa kar taneleri çarptı, gülümsedim ve orda 2 bedende gözlerini kapattı.ama eli elimden de ayrılmadı dedim ya o benim annemdi tutardı sözünü.
Sema Coşkun okurunun profil resmi
Bir kış günüydü her zamanki gibi bulaşıcı hastalıklarla geçen bir kış tatili ... Yine uyanmıştım ama bu sabah diğer sabahlara nazaran uyandığımda hasta birinin üzerine beyaz battaniye serilmiş olduğunu görüyordum, köyü kaplayan bir battaniye ... Annem ve köydeki yaşlılar karın hastalıkların biteceğinin haberini getirdiğini söylerlerdi ama ben buna inanmıyorum aksine dışardan tirtir donan insanlar, hayvanlar , en önemliside ölümcül hastalıkların başlangıcıydı. Buna rağmen karın ortasında oyun oynayan çocuklar , ya onlara ne demeli ? Üşümüyorlar mıydı ? Kar onları korkutmuyor muydu ya da kar aslında sandığım gibi değil miydi ? Hayır hayır ... Ben yanılmıyorum onlarda bir gün anlayacaklardı ... Bu kafamdaki düşüncelerle evin salonuna geçtim birden annem yanıma gelip neler olduğunu sordu bende düşüncelerimin bir kısmını annemle paylaşmıştım annem söze söyle başladı : Peki sana bunu bir örnekle anlatayım... Aşk dışardan bakılması uzak bir mutluluktur insanlar onu tadmadan anlamaya çalışırlar lakin yapabilecekleri tek şey hep kötü yanını bulmaktır ama aşkı tadan , ne olduğunu gerçekten bilen bir kişi bazen her şeylerin iyi gitmeyeceğini zaman zaman aksiliklerle denk geleceğini bilir ama o asla vazgeçmez ve mutluluğun hazını anlamaya çalışır karda böyledir ... Dışarda oyun oynayan çocukların mutluluğu ,bizlerin umududur . Duygularımızı ortak noktada birleştiren bağdır ... Sanırım annemin ne demek istediğini anlamıştım ama bende diğer çocuklar gibi tatmak için hemen koşmuştum üşüyordum ama olsun mutluluğa ulaşmak için zorlukları üstlenmek gerekirdi çabucak elimi eldivenimle ısıtarak arkadaşlarımın mutluluğuna ortak olmuştum tadıyordum evet tadıyordum karın bir mutluluk olduğunu bir umut olduğunu anlıyordum , Anlıyordum işte ! Umarım BEĞENİRSİNİZ
43 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.