Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.17
Mehtap Çınar
Mehtap Çınar
@mhtpcnr
185 okur puanı
Ocak 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Okuma Hedefleri
“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.”
Sanırım kitabı özetleyen cümle bu olabilir.
Renee 54 yaşında ve yıllardır aynı apartmanda kapıcılık yapan bir kadın. Dışardan onu gören biri sadece işini yaptığını düşünebilir ama onu asıl fark edenler ona çok benzer kişiler.
Kendi kapısından içeri girdiğinde kedisi, bir arkadaşı ve ilgi alanlarıyla donattığı kocaman bir dünyası var.
12 yaşındaki Paloma ve apartmana yeni taşınan Japon Kakuro Ozu ise Renee’yi fark eden ve onunla arkadaşlık eden kişiler. Üçü arasında gelişen muhteşem dostluğa şahit oluyoruz kitapta. Çok farklı, çok tatlı, bazen buruk bazen neşeli hisler uyandıran bir kitap. Yine de şu cümleyle bitirmek istiyorum: “Olmasaydı sonumuz böyle…” :)
Kitap, ergenlik döneminde ortaya çıkabilecek psikolojik rahatsızlıklara dair bilgi veriyor. En güzel yanı ise psikolojik sorunları vaka örnekleriyle ele alması. Örnekler sayesinde konu havada kalmıyor, gidişat hakkında daha net bilgi edinebiliyoruz. Dili ve anlatımı da gayet akıcı. Sorunları nasıl ele alabiliriz? Zorluklar karşısında neler yapabiliriz? Ergenlerle çalışmanın zorlukları ve tatmin edici yönleri neler? Kitap ve film önerileriyle de mevcut. Alt başlıklar ise şöyle:
1. Genel Prensipler ve Özel Problemler
2. Yıkıcı Davranış Bozuklukları
3. Madde Kullanımı ve Suistimali
4. Depresyon
5. Anksiyete Bozuklukları
6. Yeme Bozuklukları
7. Kronik Hastalıklar ve Somatizasyon
8. Şizofreni ve Psikotik Bozukluklar
9. Psikiyatrik Travma ve İlişkili Psikopatolojiler
Psikanalizin temellerinin atılışına kurgusal ama bir o kadar da eğlenceli bir yolculuk yapmak ister misiniz? Eğer cevabınız evetse bu kitap tam size göre. Psikanaliz kuramının kurucusu Sigmund Freud’un hocası Breuer ile yaptığı fikir alışverişleri, bilinçaltından ve rüyaların yorumundan ilk bahsedişler, serbest çağrışımın doğuşu, hipnoz… Kitapta o tarihe kadar psikolojik rahatsızlıkların elektrik, yürüyüş, kaplıca gibi geleneksel yöntemlerle tedavisinden bahsedilmekte ama bu tedavilerin artık yetersiz kaldığına ve yeni yöntemlerin bulunması gerektiğine vurgu yapılmakta. Breuer ile Nietzsche’nin tanışması tamamen kurgusal olsa da yer yer gerçek hikayeler ve mektuplarla karşılaşmaktayız. Bu da kitabı daha akıcı ve heyecanlı kılıyor.
Okur Takip Önerileri
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Böylesine merak uyandırıcı bir cümleyle başlıyor Yeni Hayat. Ertesi gün ise aşık oluyor yeni hayatını arayan karakterimiz. Gerçekten de okuduğu kitapla hayatı değişiyor. Sürekli bir arayışı okuyoruz kitapta. Önce Mehmet’i, kitabı okuyan diğer kişileri, sonra Canan’ı ama hep Yeni Hayatı. Bu arayış içerisinde hayat akıp gidiyor; ölümler, evlilikler, çocuklar, iş, para kazanma, yeme, içme, okuma… Ama bütün bunların arasında arayış hep devam ediyor. Sonunda kendi hayatını kabullenen karakterimiz, istemediği bir anda yeni hayata geçiyor ve kitap bitiyor şu cümleyle “Bunun hayatımın sonu olduğunu anladım. Oysa ben evime dönmek istiyor, yeni bir hayata geçmeyi, ölmeyi hiç mi hiç istemiyordum.”
“Önsözler kitaplarla, kitaplar şehirlerle aranıza girebilir. Bir kitabı da bir şehri de tanımanın en iyi yolu, doğrudan içine dalmaktır oysa.”
Ankara’da, Yenişehir’de bir öğle vakti eski bir kavak ağacı yıkılır. Bu esnada kavak ağacının yakınlarında birbirinden alakasız görünseler de bir şekilde birbiriyle bağlantılı olan bir grup insanın kafasından geçenlere, hayatlarının bir kesitine tanıklık ediyoruz. Bu nedenle kitapta bir baş karakter olmasa da çoğunlukla Ali, Olcay ve Doğan üçlüsünün ilişkileri ve bakış açıları üzerinden ilerliyor kitap. Aynı zamanda Ankara’nın meşhur sokaklarında gezip meşhur mekanlarında otururken hayal edebiliyorsunuz kendinizi. Bu yüzden bu kitabı sadece bir Ankara sever olarak da okuyabilirsiniz. Veya kavak ağacı üzerinden yapılan, o dönemin bir toplumsal eleştirisi olarak da görebilirsiniz.
Kurallara sıkı sıkıya bağlı emniyet görevlisi Scobie’nin başlarda direnmeye çalışsa da inandığı değerlerden nasıl yavaş yavaş uzaklaştığını okuyoruz kitapta. Sade dili ve ağır işleyen konusu başlangıçta beni biraz yavaşlatsa da karakterlere alıştıkça merak duygusu eşlik etmeye başlıyor.
Sorumluluk duygusu altında ezilen Scobie bir yandan da kendi dünyasında bir iç hesaplaşma içinde. İnsanın hayatına çıkan yol ayrımları, verdiği kararlar, yaptığı seçimler, anlık hatalar, pişmanlık duygusu, mutsuzluk bazen de mutluluk bizleri nerelere sürükler? Biraz karamsar bir havası olan Meselenin Özü’nde bu iç hesaplaşmalar çok güzel işlenmiş.
Toprak köleliğinin kaldırılmasından Ekim Devrimine kadar geçen süreçte üç kuşak boyunca Artamonov ailesinin başından geçen olayları okuyoruz kitapta. İlya Artamonov’un küçük bir yerleşim yerine gelip fabrika kurmasıyla başlıyor olaylar. Bir yandan fabrikanın bu yerleşim merkezine olan etkilerini okurken diğer yandan Artamonov ailesi üzerinden o dönemin aile ve sosyal yaşantısına da ışık tutuyor Gorki. Başlarda değişen karakterler, isim benzerlikleri ve geçen zaman nedeniyle kafa karışıklığı yaşasam da bunlar oturunca sürükleyici bir şekilde okunabilecek bir kitap. Özellikle Rus edebiyatı seviyorsanız okunacaklar listesine alabilirsiniz.
Alper Canıgüz’ün okuduğum son kitabı Gizli Ajans da yazarın diğer kitapları gibi absürd bir macera ile çıkıyor karşımıza. Gizli Ajans adlı bir reklam ajansında iş görüşmesine giden Musa kendisini bir anda olmadık işler içinde buluyor. Bir noktadan sonra olaylar o kadar karışıyor ki acaba konu nereye bağlanacak diye merak ettirmiyor değil. Ancak konunun bağlandığı nokta beni pek tatmin etmedi. Evet okuması eğlenceli, akıcı bir kitap ama Alper Canıgüz’ün diğer kitapları kadar zevk vermedi bana. Yine de canınız hızlı biten kitaplar okumak istediğinde okunabilecekler arasında olabilir.
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” cümlesiyle başlayıp “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım” cümlesiyle bitiyor kitabımız. Herkes bilsin çok güzel bir kitap okudum ben de! İstanbullu zengin bir ailenin oğlu Kemal ile bir butikte çalışan Füsun’un arasında geçen bir aşk hikayesini okuyoruz kitapta. Ama işin can sıkıcı ve biraz da her şeyi tepetaklak eden kısmı ise Kemal o sıralar evlenmek üzere olduğu Sibel için hediye alırken tanışıyor Füsun ile. Zaten bir noktadan sonra bir aşk hikayesini değil bir saplantıyı okumaya başlıyoruz. Bir yandan Kemal’in takıntılı hallerini sinir olurken diğer yandan Füsun’un kendini korumak için gösterdiği çabaya hayranlık duyarak okudum kitabı. Evet bir saplantı hali söz konusu ama aşka dair, hayata dair gerçekten içe dokunan cümlelerle de karşılaşıyoruz kitapta. O dönemin İstanbul’unu, sosyal hayatını, aile yaşamını da anlatan kitap tarih olarak uzun bir zaman aralığını kapsadığı için dönemsel geçişleri de görebiliyoruz. Kitabı okumadan önce ismine anlam verememiştim. Masumiyet tamam da müze ne alaka? İstanbulda Orhan Pamuk’un açtığı Masumiyet Müzesi’ni elbette biliyordum ama içeriği hakkında bilgim yoktu. Sonra bu müzenin de biraz Kemal’in takıntıları sayesinde oluşan bir müze olduğunu anladım. Evet kitabı okuduğuma göre sırada bu müzeyi gezmek var.
Not: Kitabın içinde Masumiyet Müzesi için tek girişlik bir bilet de bulunmakta.
Adeta 2020’nin özeti niteliğinde bir kitapla geldim bugün. Daniel Defoe bu kitabı 1722 yılında yazmış ve 1665 yılında Londra’da yaşanan veba salgınını anlatmış. Kendisi bu salgın sırasında 5 yaşındaymış. Sanırım bütün salgınların başlangıcı aynı oluyor. İnsanlar önce salgın bir hastalığın olduğuna inanmıyor, hastalığa ikna olsalar bile kendi şehirlerine ya da kendilerine bulaşacağına inanmak istemiyorlar. Salgınla karşı karşıya kalınca yaşanan panik duygusu bizim bu yıl yaşadıklarımızda neredeyse aynı. Kitabı okurken sürekli “aaa aynısı oldu, aaa biz de böyle yapmıştık, aaa burda da böyle oldu” cümlelerini kurup durdum. Anlatıcımız bu salgın nedeniyle insanların akıllanacağını, salgın sonrasında daha iyi birer insan olacaklarını, dünyaya karşı daha duyarlı olacaklarını düşünmüştü. Ama veba salgını bittiğinde bunun tam tersi oldu. Ne dersiniz sizce pandemi bittiğinde bizde de durumlar aynı olur mu? Salgının nasıl başladığı, nasıl yayıldığı, karantina süreçleri, işsiz kalan insanlar, şehirden uzaklaşanlar, salgının bitişi ve sonrasında yaşananlar... Bu kitabı okumak için daha iyi bir zamanlama düşünemiyorum, sizler de merak ediyorsanız okumalısınız. :)
Yıllar önce İletişim Yayınları’nın sitesinde bir anketi dolduran herkese kitap hediye edileceğini duyunca kitabı bilmeden hemen o anketi doldurmuştum. Sonuçta hangisi olursa olsun kitap kitaptır diye. :) İşte o hediye kitap Manzara’dan Parçalar idi. Bu seneye kadar kitaplığımda okunmayı bekleyen kitap yazarın hayatından kesitler sunuyor. Orhan Pamuk ile karşılıklı sohbet tadında okuduğum bir kitap oldu. Yazarlığa başlayış öyküsünü, yazarlıktan önceki hayatını, aile yaşantısını, kitaplarını yazarken neler yaptığını ve nelerden etkilendiğini, en güzeli de eski İstanbul’u anlatıyor bu kitabında. Nobel ödüllü yazarımızın hayata bakışını görüyoruz biraz da. Kitapta en sevdiğim şey ise bu zamana kadar okuduğu, etkilendiği, sevdiği kitaplardan bahsettiği kısımlardı. Hepsini tek tek not alıp listeme ekledim. Orhan Pamuk kitapları gözümde büyür, okurken zorlanacağımı düşünürdüm. O yüzden bu kitaba kadar hiç Orhan Pamuk okumaya cesaret edememiştim. Taaa ki çok sevdiğim bir arkadaşım Masumiyet Müzesini hediye edene kadar. Artık kitaplarını okumaya başlayacaksam önce kendisini biraz tanımaya başlayayım diye düşünüp Manzara’dan Parçaları okudum. İyi ki de öyle yapmışım. Şimdi okumayı çok sevdiğim yazarlardan biri oldu Orhan Pamuk, hedefte sırayla tüm kitaplarını okumak var.
Kitabımız Gogol’un çeşitli hikayelerinden oluşuyor.
*İçlerinde en sevdiğim ise “Palto”. Palto hikayesini daha önce de okuyup çok sevmiştim, bu kitapta karşıma çıkınca yine okudum yine çok sevdim.
*Burun, garip bir hikaye. Biraz absürt, hayal etmesi zor ama eğlenceli.
*Portre hikayesi açıkçası biraz ürkütücü. Lanetli bir portre, eline geçen herkes hazin bir sonla karşılaşıyor. Merak uyandırıcı bir hikaye.
*Bir Delinin Anı Defteri ise normal giderken bir anda bambaşka bir seyir alarak beni şoka uğrattı desem yeridir.
*Kitap Fayton hikayesi ile sonlanıyor. Bu hikaye de beni güldürdü ve güzel bir sonla bitirdim kitabı.
Verimli okumalar yapamadığımı düşündüğüm vakitlerde böyle kısa hikayelerden oluşan kitaplar okumak beni kendime getirebiliyor. Değişik türden hikayeler okumayı seviyorsanız tavsiye edebileceğim bir kitap.
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve FaytonNikolay Gogol · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201955,7bin okunma
Emma kitabı ismini kahramanından almış. Emma zeki, yetenekli ve güzel bir kadın. Güzelliğinin farkında olsa da biraz tembel . Kendi iç güdülerine çok güvense de okuyanlar ve okuyacaklar görecek ki hisleri onu yanıltıyor. Jane Austen kitaplarında genelde şaşırtıcı bir aşk öyküsü işliyor, Emma kitabında da buna tanık oluyoruz. Ama daha önce kitaplarını okuduğum için bu kitaptaki aşk öyküsünü ilk sahneden tahmin ettim. Klasik okumayı sevenler için akıcı, merak uyandırıcı bir kitap.
Necib Mahfuz okumayı çok sevdiğim bir yazar. Kendisini Miramar kitabıyla tanımıştım. Düğün evi kitabında da aynı olayı farklı kişilerin bakış açılarından okuyoruz. Ortada bir ölüm ve bu ölümü konu alan bir tiyatro eseri var. Tiyatro eseri acaba gerçeği mi yansıtıyor yoksa sadece bir hayal ürünü mü? Kitap boyunca bu soruyu çözmeye çalışıyoruz aslında. Son kişinin bölümüne geldiğimizde ise aynı olay farklı kişilerce ne kadar değişik anlaşılmış şaşırıyoruz. Okuması kolay, zevkli ve merak uyandırıcı bir kitap.
Kitabın konusu aslında insanlık olarak çok uzak olduğumuz bir konu değil. Yeni bir savaştan çıkılmış ve savaş sonrası yaşanan sıkıntıları makineleşme ile çözmeye çalışan insanlar makinelerin kusursuz işlerini görünce insan gücüne duyulan ihtiyaç giderek azalıyor. Hatta öyle bir aşamaya geliyor ki kendi icat ettiğin makine nedeniyle artık sana da ihtiyaç kalmıyor. Toplumda yöneticeler ve mühendislerden oluşan bir zengin sınıf yer alırken diğer tarafta işlerini makinelere kaptıranlar var. Kurt Vonnegut iğneleyici diliyle ilginç bir bakış açısı sunuyor biz okurlara. Makineleşme yararlı mıdır? Fazlası zarar mıdır? Artık işini yapamayan, üretemeyen insanlar nasıl yaşayacaklardır? Toplumun üst kesiminde de olsan mutluluk garanti midir? Bu sorularla biraz da günümüzü ve gidişatımızı sorgulatıyor bize.
