Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"O türlü, bu türlü, nasıl olsa bir gün bu adımı atmak zorunda kalacağım; bu kadar ileriye gitmişken, ne diye bırakıp bir daha yeni baştan zora sokayım kendimi. Adam ölüme öyle alıştırmış ki kendini; korkmak şöyle dursun, can atar olmuş ona. Giriştiği savaşın doğruluğuna inandığı için, onu bir an önce bitirme çabasına düşmüş. Ölümü böylesine tadarak, içine sindirerek beklemek; ölümden korkmaktan çok ötede bir şey."
“ Arthur Canon Doyle’a ölmüş Sherlock’u dirilttiren hayat, sana bana ne yapmaz Osman. ”
Reklam
Dünya adaletsizliğe mahkûm olmuş ve herkes bir çıkış yolu arıyor. İşte bu çıkış yolunu bize Bedir gösterir. Yaralarımız var ve bu yaralarımızı ancak Bedir iyileştirebilir. Dolayısıyla biz Bedir'i konuştuğumuz zaman yalnızca savaşlardan bir savaşı konuşmuş olmuyoruz, kahramanlıkları anarak sadece kahramanlıklar üzerinden avunmuyor ya da yalnızca sahâbeyi yüceltme adına bir gayrete girmiyoruz. Onlar zaten yüce; sen, ben ya da bir başkası övse ne yazar... Allah (c.c.) onları övülecek en güzel cümlelerle övmüş...
Sayfa 29 - Profil KitapKitabı okuyor
Beni Sakarya’da at üstünde gördüğü zaman, gözleri: “Abbas yolcu değil, Abbas yolcu değil,” der gibiydi. Yedi haziran, saat beşte, Doktor’un odasına bir fincan çay içmeye gitmiştim. Orada İstanbul gazeteleri vardı. Birinde, “Bir âlimin Ölümü” başlığı gözüme çarptı, okudum. Salih Zeki Bey’in ölümünü yazıyordu. İçimden Atlantik’i ruhumla geçip çocuklarıma, “Ben daha yaşıyorum,” demek geldi. Ben eski günlerin hatıralarına dalmışken, Dr. Şemseddin: — Çay soğuyor, hemşire, dedi. Yedi ve sekiz hazirana kadar, Mama Tadia’nın odasında yatmadan kitap okur, şamdanı söndürmezdim. Sokaklarda ses seda yoktu. Haziranın dokuzuncu günü hastahane tıklım tıklım olmuştu. Artık her odayı bir koğuş hâline sokmaya mecbur kalmıştık. Yunanlılar büyük taarruza başlamış, yüz bin kişilik bir ordu ve kudretli bir topçu alayı ile harekete geçmişlerdi. Türk Kuvvetleri’nin merkezi Karacabey’di. Zihnim savaşla hiç meşgul olmuyordu. Kendimi ve kafamı hep hastalarıma vermiştim. Ne kadarını soydum, çamurlu yüzlerini, hatta vücutlarını silip yatırdım. İniltiler ortalığı kaplardı. Bana bütün Türkiye bir hastahane olmuş gibi gelirdi.
Tarihin akışını değiştirmek de ne ola ki? Neyi neye dogru değiştirmek? Belli bir geleceği bir diğeriyle ikame etmek mi? Tahrif edilmemiş olduğu haliyle bu tutarsız bir fikirdir. Geçmişi kimsenin değiştiremeyeceği sıklıkla söylenir. Bu yeterince doğrudur ama geleceği de kimsenin değiştiremeyecek olduğu buna nadiren ilave edilir. Herhangi birinin bakış açısından geçmiş ne kadar değiştirilemezse, gelecek de o kadar kaçılamazdır. Gelecek, belirlenmiş olsun ya da olmasın, gerçekleşecek olan olayların zamansız bir diziliminden meydana gelir ve bunlardan kaçınmaya çalışmak geçmişte zaten olmuş olan olaylardan kaçınmaya çalışmak kadar saçmadır.
Sayfa 223 - Alfa Yayınları, 1.Baskı, 2020.Kitabı okuyor
Her romancı mutlaka kendi başından geçenleri yazmaz veya kahramanlarına mutlaka yakından tanıdıklarının hüviyetini vermez amma bahsettiği vakalarla insanların bize-ne bileyim ben nasıl- hakikatte olmuş şeyler ve görülmüş kimseler gibi anlatmasını bilir.
Sayfa 14 - İletişim Yayınları, 16. Baskı 2009 İstanbulKitabı okuyor
Reklam
..bu ülkeye ekonomik regorm programları kadar sosyal reform programları da gerek. Hayatın kutsiyetini bize fark ettirecek bir eğitim müfredatı, insana umut ve sıcaklık veren televizyon dizileri, halkına ve birbirlerine saygılı liderler gerek. "İçimizden biri dur demeyi akıl edemediği için, durun ne oluyor, ne yapıyoruz diyemediği için, sadece bunun için bir yangın yerine dönerse bu güzel vatan, pişmanlığın ateşi önce bizi, lal olmuş dilimizi kavuracak."
Sessizlik iyidir...
...Her şeyi içine gömüp kuşkuya düşecek, derin düşüncelere dalacaktı. Bugüne kadar ne zaman konuşmak istese illaki bir şey olmuş ve o kuşku ve düşünce içinde beklemek zorunda kalmış, söylemek veya söylememek arasında durumu değerlendirmeye çalışmıştı...
Sayfa 17 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Tek başına bir grup olmak böyle bir şey
"İnsan bütün hayatını, sonunda yalnız kalmak için yaşıyor sanırım." İnsan bütün hayatını gerçekten insan gibi yaşadığında yalnızlık kaçınılmaz oluyor. Bu çocukken de böyle değil miydi zaten ya sen kendini onlardan çekiyorsun ya da onlar seni dışlıyordu. Bir de "Sen değil biz kazandık." edasıyla yapıyorlardı bunu. Dışlamayı
Çoğu anlaşılmaz olmuş. Sözcüklere bakarak şiir okumak da tatsız. A. Kadir, Fikret’in şiirlerini yeniden yazıyor. Tarihi Kadim’ini Eski Çağ Tarihi adıyla yayımladı bile. Tümünü okumadım daha. Tek tük parçaları hoşuma gitmedi değil. Ama bu şiirler Fikret’ten çok Kadir’in olmuş. Yer yer anlamca ayrımlar bile var. Gene de yararlı bir deneme. Bugünkü kuşaklar nasıl anlasınlar o koyu Osmanlıca mısraları? Şermin’deki şiirler sanki başka bir Fikret’in kaleminden çıkmış! Ne olurdu tüm şiirlerini böyle yazsaydı. Kadir’in çeviriciliğine gerek olmazdı o zaman!.. Millet Şarkısı, Rücû, Hân-ı Yağma, Ferda, Halûk, Doksan Beşe Doğru… Hepsi heyecan veriyor insana. Bezginlik değil, tersine bir şeyler yapmak isteği uyandırıyor.
Sayfa 41
Reklam
...o, tıpkı ayağı kangren olan ve eğer ayağını kesmezse yaranın bütün vücudunu sarıp kangren etmesine sebep olmasından korkan kişi gibidir. Nitekim bu kişi, tek bir tırnağına batan bir küçücük kıymıktan bile çok acı duyduğu halde, ayağını kesecek olan doktora gönül rızası ile seve seve parasını verir; çünkü bütün vücudunun karşı karşıya olduğu büyük tehlikeyi fark etmiştir ve bu tehlikeyi savmak için ayağını feda eder. İşte ahiret hakkında düşünen ve orada kendisini helak olmaya sürükleyecek olan şeylerin bizzat kendi kalbinde ve bedeninde mevcut olduğunu gören kişi de bu şeylerden kurtulmak için seve seve hareket eder. Eğer bunu kendi başına yapamıyorsa, kendisi için bunu yapacak olan kişilere gider ve onlara bunu yapmaları için ne bedel gerekiyorsa öder. Tıpkı ayağını kestiren kişi gibi o da sonsuz âlemde karşılaşacağı büyük cezadan kurtulmak için kendi nefsini terbiye etmek üzere her türlü zorluğa katlanır. Oysa bu iki örnekteki kişilerin sonuçta karşılaşacakları mükâfatlar hiç de birbiriyle kıyaslanacak gibi değildir. Zira kangren olmuş ayağını kestiren kişinin kavuştuğu rahatlık nerde, Allah korkusuyla hareket ederek O’nun katında nimete erişen kişinin kavuştuğu rahatlık nerede!
"Âyâ, üstünüzdeki semaya bakmıyor musunuz ki biz ne keyfiyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki nasıl yıldızlarla, ay ve güneş ile tezyin etmişiz, hiçbir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki zemini size ne keyfiyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilasından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz, o yerde ne kadar güzel, rengârenk her bir cinsten çift hadravatı, nebatatı halk ettik; yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyette sema canibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halk edip ibadıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebatatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp siz sağ olarak çıkacaksınız." (Sözler 482.sh - Risale-i Nur)
Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin; Şimdi: Çekil önümden, diye ferman edersin; Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez; Ne yapsın, kıble mi değiştirsin bu can dersin?
Kahraman kimdir?
"Peki, kahraman nedir?" "Bilmiyorum," dedi. "Kendini kahraman sanan ve bunun hakkını veren birinin ya da erdemin içgüdüsüne ve cesaretine sahip olup bundan ötürü hiç hata yapmayan, en azından hata yapılmaması gereken o biricik anda yapmayan birinin kahraman olmaması mümkün değildir. Ya da Allende gibi, kahramanlığın
Sayfa 144Kitabı okudu
hıncından, çaresizliğinden yumruklarını sıkar, şakaklarını sıkar, bazen de duvarları yumruklar bu mavi gözlü, sarı saçlı adam. hayallerinde, böyle anlarda karşısında daima, istanbul'un boğaziçi'ne hâkim bir tepesinde, yıldız sarayı'nın bir penceresinde boğazdan püfür püfür esen serin rüzgârlara kendini vermiş o müstebit padişah canlanır. evet, yıldız sarayı bir kale gibidir. salonlar yaldızlı, bahçeler birer cennet, rüzgârlar ruhu sakinleştiricidir. kapısında uşaklar sürü sürüdür. ama memleket yanıyor. memleket kan, ateş ve sefalet içindedir. devlet ve millet hem birbirleriyle, hem kendi içlerinde kıran kırana boğuşmaktadırlar. askeri, jandarması, ağası, eşkiyası, eşrafı, zalimi ve mazlumu ile bütün ülke boğaz boğaza, nefes nefesedir. kocamış bir idare, çökmüş bir ordu, çürüyen bir donanma, tamtakır bir devlet hazinesi, müflis ve dilenci olmuş bir hükümet... nihayet yolsuz, mektepsiz, hastanesiz, fabrikasız, asayişsiz, emniyetsiz bir vatan
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.