Müzisyenler, neyzenler, dervişler, kâhinler, cüceler, hayaletler, tağutlar, habiller, kabiller, bâtınlar, zâhirler, suskunlar... Okuduğum bir kitap değildi yine, bir âlemdi. Hayranı olduğum zihnin büyüleyici bir başka eseriydi. İnsan istiyor ki İhsan Oktay hep yazsın, hep. Ve biz hep okuyalım.
Kitaba başlar başlamaz yazarın o özgün dilini, üslubunu tanıyorsunuz. Bir karakter anlatıyor, diğer bölümde başka bir karaktere ve apayrı bir dünyaya geçiyor, siz bu geçişin farkında bile olmadan akıyorsunuz o büyülü alemde, sonra anlatılan karakterler ve olaylar efsanevi bir şekilde birbirine bağlanıyor, hayret ve hayranlık içinde buluyorsunuz kendinizi. Kelimeleri kullanışı, kurduğu dünya, anlatmak istedikleri beni öyle hayran bırakıyor ki!
Müziğin sırlı dünyası, neyin ve neyzenlerin alemi, Eflatun'un kulağına gelen ses ve mevleviler, Neva'ya yazılan semai, Asım'ın hayaleti, Kabil ve kötülük zinciri, Tağut'un çabaları, Bâtın ve onun oğlu Zahir, Rafael ve evinde olanlar, kâhinin gördükleri ve hakikat. Zihnim sarhoş oluyor okurken. Böyle çok karakter ve olay olduğu için özet geçemiyorum hiçbir kitabını. Neyi nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama asla doyamadığım bir tat var, beni mest ediyor; bayıla bayıla okuyorum.
Öyle mutluyum ki İhsan Oktay'ı tanıdığım için. Bitirdikçe tekrar tekrar okuyacağım her kitabını, biliyorum. Ve herkese öve öve bitiremeyeceğimi de biliyorum. Bilenler bilir, sonuna kadar hak ediyor bu övgüyü.
Hâlâ bitirmiş değilim yazdığı eserleri, o yüzden kalan birkaç kitabını ve umarım daha yazacağı birçok kitabını ve kendisini burada övmeye devam edeceğim :)