Günlük hayatın keşmekeşliğinden yorgun düşen ruhlar için güzel bir kitap...
Kendisini dünyanın merkezine koyan, hayatı tüketim ve tükettiğini pazarlama çılgınlığı olarak algılayıp bu düstur üzere yaşayanlardan kaçanlar için bu kitap. Çünkü içinde o yavan Batı’dan değil ‘kelam’ denilen şeyin kadir kıymetini bilen Doğu’dan izler taşıyor. Nefes almak isteyen ruhlara bir soluk üflüyor. Hayatın rengarenk gökkuşağı olmadığını anlatırken insan ruhunda karakalemle bir gökkuşağı çiziyor.
Tüm zamanların en çok zulüm görmüş halklarından biri olan Ezidileri konu alıyor. Ortadoğu denilen coğrafyayla bütünleştiriyor okuru. Aşkı, kini, nefreti, saflığı, kanı ve gözyaşını anlatıyor. ‘Bunun için mi, yahut ne için?’ sorusunu sorduruyor.
Bir mülteci özlü sözünü anımsadım: ‘’Plajlarınıza cesetlerimiz vurduysa özür dileriz!’’ Kendini dünya dedikleri bu yerkürede sürgün edilmiş bir ruh olarak görenler için güzel bir kitap.
Türküde diyor ya: ‘’Sürgün edildiğim yerde kanatlarım kırıldı.’’ diye, öyle bir şey.
‘İnsan insan, derler idi, insan nedir şimdi bildim’i mırıldanıyorsunuz satır aralarında. Allah’ım ne çok acı var! Ve ben nerden başlayacağımı bilmiyorum.
Yazarla barışmamız hatrına, selamlar Livaneli!