Bilinende sınır vardır, bilinmeyende sınır yoktur. İnsan aklı anlaşılmazlığın engin okyanusunda barınacak bir ada sağlar. Her kuşağa düşen görev, bu okyanustaki adaya biraz daha toprak katarak büyütmektir.
T. H. Huxley, 1887
"Seni rahat mı bırakayım! Bu çok güzel, ama kendimi nasıl rahat bırakabilirim peki? Rahat bırakılmamıza gerek yok. Aslında arada sırada rahatsız edilmemiz gerek. En son ne zaman gerçekten rahatsız oldun? Önemli bir konuda, gerçek bir konuda?"
Kendimi onun yerine koydum ben de
Düşünceliyken insan yalnızlığı sevdiğinden
Ben bile yorgun benliğime fazla geldiğimden
Onunkine değil, kendi gönlüme uydum
Benden kaçandan kaçtım seve seve.
Herhangi bir medeniyet geçmişini anlamak için sadece evrak kalabalığına, sadece ecdada ve kendi büyükbabalarının tuttuğu notlara değil ayrıca başkalarının da değerlendirmesine muhtaçtır.
Tabii kaderde bir asker olarak, bir yeniçeri olarak muharebede ölmek de vardır. Onu da herkes bilir. Zaten dünyada hangi olay yüzde yüz eşitlikle cereyan ediyor ki? O alınan çocukların kimisi bir yeniçeri neferi olarak kalacaktır, kimisi de Sokollu Mehmed Pașa ve Mahmud Pașa gibi koca bir imparatorluğun kaderini elinde tutan bașvezirler olacaktır. Tıpkı bugün nasıl Harbiye'deki bir sınıfa giren çocuklardan biri genelkurmay başkanı oluyor; -hatta mazide cumhurbaşkanı oldular- bir kısmı da albay bile olamadan emekli olup gidiyor, bunun aksi mümkün değildir. Her Mülkiye'ye giren büyükelçi veya vali ya da müsteşar olmuyor, bazısı da özel idarede küçük bir memur olarak da kalabiliyor.
Demek ki, gerçek mutluluğun başlaması için başka bir zamanı beklemek, umut ve dileklerini başka bir nokta üzerinde toplayarak, şimdilik bekleyişin ve umudun zevkiyle avunup, kendini yeni bir düş kırıklığına hazırlamak gerekiyordu.