Belki bir doktor olup insanların nabzını dinleyebilirdim. Ama hayatın ve insanoğlunun kalp atışını duydum, hiçbir doktorun duyamayacağı kadar. Ben dünyayı dinleyen 75 kiloluk bir stetoskop oldum.
“İnsanlar…” dedim fısıldayarak. “Taşırlar insanları. Kundaktayken, tabuttayken. Hep taşıyacak birileri olur. Bazıları dostluktan, bazıları cepteki paradan, bazıları da içinde bulundukları sistem bir gün onlara da taşınma sırasının geleceğini söylediği için, taşırları insanı…”
Şimdiyse sınav kağıdını doldurmuş ve zilin çalmasını bekleyen bir öğrenci gibiyim. Ve o öğrenci gereksiz, nedensiz ne kadar hareket yapıyorsa dakikaların üstünden atlayabilmek için, ben de en az o kadar nedensiz davranıyor ve bekliyorum. Zilin çalmasını. Gömülmeyi. Parçalamayı…
Bazen karanlık bir duvarı yıkarsınız ve önünüzde geniş bir yol açılır ama ikinci bir duvara kadardır bu. Gelmez duvarların sonu. Bazen de aklın barikatlarını yıkarsınız ve önünüzde deliliğin yolları açılır ama yeni bir akla kadardır bu.
Şimdi, seneler sonra, çok uzaktan bakınca o yarım, bulanık hatıraya, azgın bir dalganın kayalıklara attığı iki sandal geliyor aklıma, kırık dökük, sağlam kalan parçaları da yeni dalgalarla birlikte birbirine vura vura un ufak olan.