Okulu bir şartlandırma laboratuvarı olarak düşünün: doğuştan biricik, türünün tek örneği olan bireylere bir yığın gibi davranma; daima can sıkıntısını, kıskançlığı ve sınırlı bir yeterlilik düzeyini insan oluşun doğal bir şartıymışcasına kabullenme talimlerinin yaptırıldığı bir yer. Kurduğumuz resmi ekonomi, aynı düzeye indirgenmiş, ruhsuz, pasif, endişeli, dostsuz, ailesiz insanlar stoğunun durmadan yenilenmesini ister.
Sınıflarda yapılanlar, önemli çalışmalar değildir. Gencin üzerinde baskı oluşturan gerçek ihtiyaçlara hitap edemez sınıf çalışmaları. Genç zihinleri zorlayan yakıcı sorulara cevap veremez. Gerçekte hep merkezi öneme sahip olmalarına rağmen, okul duvarının dışındaki problemler önemsiz görülür. Çalışmayı soyutlaştırmanın, ders eksenli hâle getirmenin, bireysel istek, korku, deneyim ve sorulara uzak ve yabancı kılmanın net sonucu, öğrenciyi zorunlu bir kayıtsızlığa, gevşeklik ve ilgisizliğe itmektir.
Bir lisans derecesi yahut muadili bir diplomanın peşinde beş altı yıl koşan, nakit veya borç olarak binlerce dolar harcayan bu kadar çok sayıdaki genç insan, bu yatırım karşılığında hiçbir şey almıyor, daha doğrusu, hiçbir şeyden de azını alıyorlar.
Yeni zorunlu öğretim ahtapotu, onun kollarından kaçamayanlara, eylemsiz ve tembel bilginin -yani noktaları birleştirmenin değil de onları ezberlemenin- entelektüel başarının altın kuralı olduğunu öğretti. Kişinin kendi öğrenme eyleminde sorumluluk almayı kabul etmesinin yerine, resmi yönlendirmelere sorgusuz sualsiz bir itaat yaratmaya koyuldu.
Bu alışkanlık oluşturma talimleri, kitlesel eğitimin en önemli silahları arasındadır. Öğretim piramidinin daha yüksek düzeylerinde, yani "yetenekli" ve "üstün" denilenler düzeyinde, altın kural daha da sofıstikedir: Bu düzeyde çocuklardan hem noktaları hem de onları uzmanların doğru olduğunu söyledikleri şekilde birleştirmeyi ezberlemeleri beklenmektedir. Hatta gerçek eleştirel düşüncenin bir simülasyonu olarak birbirini tutmayan birkaç uzman analizini ezberlernek de cabası. Noktaları birleştirme konusundaki gerçek düşünme yoluna da zaman zaman başvurulur ancak daima incelikle, kurnazca engellenir bu yol. On iki ila yirmi yıl kadar süren aptallaştırıcı ezberleme alıştırmaları, en sağlam zekaları bile zayıflatır.
Okullar çocuklara işçi ve tüketici olmayı öğretir, siz kendi çocuklarınıza lider ve maceracı kişiler olmayı öğretin. Okullar çocuklara düşünsel olarak itaat etmeyi öğretir, siz kendi çocuklarınıza eleştirel ve bağımsız düşünmeyi öğretin. Okulun istediği gibi yetiştirilmiş çocukların sıkılma eşikleri çok düşüktür, siz kendi çocuklarınıza hiçbir zaman sıkılmamalarını sağlayacak kendilerine ait bir dünya yaratmaları için yardım edin. Çocuklarınıza tarih, edebiyat, felsefe, müzik, sanat, ekonomi, ilahiyat ve okulda öğretmenlerinin itinayla kaçındığı daha pek çok konuda ciddi, "yetişkin işi" kaynaklar sağlayın. Çocuklarınızı yeterli bir süre yalnız bırakın, böylece kendi başlarına kaldıkları zamanı mutlu geçirmeyi öğrensinler. Okulların istediği gibi yetiştirilmiş kimseler yalnız kalmaktan nefret etmeye koşullanmışlardır. Sürekli olarak televizyonun, bilgisayarın, cep telefonunun, çabuk edinilen ve çabuk kaybedilen sığ dostlukların kendilerine arkadaşlık etmesini isterler. Oysa çocuklarınız daha önemli bir hayat sürmelidir ve sürebilirler de.
Okul genç zihinlerin denek olduğu bir laboratuvardır, bir şirkete dönüşmüş toplumun ihtiyaç duyduğu alışkanlıkların ve davranış kalıplarının üretildiği bir imalathanedir. Zorunlu eğitimin çocuklara ancak kazara faydası olabilir zira asıl amacı çocukları birer uşağa dönüştürmektir.
Kader defterimi yeniden yazabilseydim
Kendime gönlümce bir başka hayat seçerdim;
Bütün dertleri siler atardım dünyamızdan
Sevinçten göklere uçardı düşüncelerim.
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
niçin peçelerin peştemallerın arkasına gizliyorsunuz nur yüzünüzü
sık ve sert sıhhatli saçlarınızı
cömert ağzınızı
neden kızkardeşlerim
hep böyle bir şeyden korkmuş gibi huzursuz
hep böyle bir şeye kızmış gibi öfkeli
acı ve alaca gözleriniz
daima gölgeli
niçin kızkardeşlerim
kim geçerse geçsin yanınızdan
ışığı kendinize haram ediyorsunuz
bir vücut noksanını saklar gibisiniz
utanıyorum utancınızdan
Sigmund Freud bir keresinde, "Birbirinden son derece farklı bir dizi insanı aynı şekilde açlığa terk edin. Kaçınılmaz açlık dürtüsünün artışıyla birlikte bütün bireysel farklılıklar bulanıklaşacak ve bunun yerine doyurulmamış bir güdünün tek biçimli dışavurumu görülecektir." demişti. Şükürler olsun ki Sigmund Freud toplama kamplarını içeriden tanımaktan kurtuldu. Onun hastaları kuru tahtaların üzerine değil, Viktoryen kültürün pelüş tarzı sedirlerine uzanıyordu. Toplama kamplarında "bireysel farklar bulanıklaşmıyordu", tam tersine daha bir farklılaşıyordu; orada insanların, hem domuzların hem de azizlerin maskeleri iniyordu.