Sıkıntılardan bir ev kurdum yıllar sonra. Güzel günlerimiz oldu. Ne parantez açmak isterdim ne bir virgül koymak.
Onlara ne söylemeliyim. Bir şey söylemem gerekir mi?
İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler. Zeyna ve Miss Marple hep çağırmadan geldiler. Onlar benim yalnızlığımın şeyhiydiler. İrtibat numaralarını hep saklayacağım. Hep gelecekler. Keşke beni çağırsaydın demeyecekler.
Bağırıp çağırmamanın türlü yolları vardır. İnsan yüzüne soğuk sular çarpmalıdır. Belki bir sakinleştirici almalıdır. Belki bir kedi okşamalıdır. Bir film falan bulmalıdır televizyonda. Kısa ve kesik yazmalıdır. Susup oturmalıdır. Kimseyi çağırmayın gelmeyecekler. Böylece rabıtaya oturmuş bir mürit gibi, gözleri fotoğraflarda kırmızı çıkan bir albino kediyi çağırıyorum. Pisi pisi.
"Ya gidecek başka bir yerin, başvuracak başka kimsen yoksa? Her insanın, hiç olmazsa gidebileceği bir yeri olması lazım değil mi? Zira öyle zamanlar oluyor ki, mutlaka hiç değilse bir yere gitmesi gerekiyor,"
Artık yalnız kaldığımız zamanlardaki bazen ciddi ve kederli, bazen şaka ile karışık konuşmalar bitti. Şimdi ben ona ara sıra içimden hitap ediyor, fakat cevabını alamıyorum.
"Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Cevapları şimdi arama. Cevaplar sana şimdi verilmez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsin. Bu , her şeyi o an yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekir. Daha ileride, belki farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabı yaşarken bulacaksın."
"Su birikintisinin yüzeyindeki yansıma İstediği kadar bulandırsın suretimizi,
Sen, resmi bil."