Hasta olduğum için güzel cümleler kuramadım diye yorum yapmadım. Kitap çok iyiydi. Bir tezhip ustasının bütün detaylarıyla özene bezene süslediği bir serlevha gibiydi
Epey bir süre nefesimi tutmuş olacağım ki bir kaç sayfa okuyunca derin bir nefes alma gereği duydum.
Bu kitap basılmak, yayımlanmak, isim yapmak meşhur olmak için değil sadece ve sadece delirmemek için yazılmış.
Bunu hissetmemek mümkün değil. Zaten yazar da itiraf ediyor: #230403331
Uzun süredir bu kadar etkileyici bir kitap okumadım.
Belki de bana farklı geldi. Çok farklı…
Yer yer şiirselliğe kaçan bir üslupla yazılmış bu kitap sadece bir konuyu anlatmıyor.
Şu an olduğu o rahat yerden okuyucu alıp 1970’lerin Hakkari’sine, oradaki imkansızlıkların içine atıyor..
Bu imkansızlıkların içindeki nefes nefese bazen de nefessiz kalarak ilerlerken,
İçine atıldığı şeyin (bir çeşit simülasyonun) gerçekçiliğine okuyucuyu hayran bırakıyor…
Belki abarttım ama çok sevdim.
Eski edebiyatta nazire vardı. Bir şairin şiirine aynı vezin ve kafiyede karşılık yazılırdı. Bazen nazire o kadar güzel olurdu ki eserin kendisinden ayırt edilemezdi. Hah işte senin yorumun da öyle. Diyecek hiçbir şey yok bir edebiyat öğretmeni olarak bu kitabı senden daha geç okumanın utancı dışında
Puşkin, Montaigne’nin denemelerde yaptığı şeyi şiirlerinde yapmış. Sadece romantik öğelerden oluşmuyor. İçinde şairin dehası ve fikirleri gizli.
İlk başladığımda sıradan bir şiir kitabıydı. Önyargılarım vardı.
Düz yazı çeviriler bile çevirmen ve yayınevi arasında koşturmamıza neden olurken, bir şiir ahenk kaybolmadan aynı hazzı nasıl verebilir?
Aslında Akif ile aynı evhama sahip gibi. Unutulmak ile sonsuzluk arasında bocalayan bir zihnin ürünleri. Fakat Puşkin'in aksine Akif unutulacağını sanıyor ve şöyle diyordu.
'Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da elbet silecektir
Rahmetle anılmak ebediyyet budur amma
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir
"Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi," cümlesiyle başlayıp "Bir ihtimal olduğunda, devrim ne kadar da güzel," diye biten Murat Uyarkulak'ın okuduğum ilk romanıdır. Aslında birbirine çok benzediği görülen ve neredeyse tamamen aynı kelimelerle oluşturulmuş bu iki cümle hem bütün kitabın konusu hem de vermek istediği
Bir romancı, özelliği olmayan, tam anlamıyla "sıradan" insanları ne yapacak, hiç değilse biraz ilginç göstermek için eserlerinde okuyucusunun karşısına ne diye çıkaracak onları?
Öyle ya, öyküde es geçmek, atlamak olmaz onları; çünkü sıradan insanlar yaşam içindeki olayların en önemli halkası olarak her zaman ve sürekli olarak vardır. Dolayısıyla onları atlarsak doğrulardan sapmış oluruz.
Romanları yalnızca özelliği olan insanlarla ya da ilginç olsun diye doğrudan tuhaf ve hayal ürünü insanlarla dolduracak olursak gerçeklerden sapmış oluruz, üstelik roman belki ilginçliğini de yitirir.
Bize göre, yazar sıradan olanlar arasında bile ilginç, yararlı olanı bulmalıdır.
Sayfa 584 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bence nereden bakıldığına bağlı olmakla birlikte, yazma yeteneği, farklı açılardan bakabilme cesareti olan her yazar için her roman kahramanı sıradışıdır. Kaliteli yazar en sıradan kişiyi bile sıradışı hale getiriyor ve Ahmet Ümit'in dediği gibi aşk yaşamı cinayet ölümü sıradanlıktan kurtarır.