Ağaçların yeşili kalmadı
Gökyüzünün mavisi yok
Bu dağlar o dağlar değil
Rüzgarında kekik kokusu yok
Kim bu çaresiz adam
Bu kan çanağı gözler kimin
Kaç gecedir uykusu yok
Gündüzü yok
Gecesi yok
Yok
Yok
Anladım
Sensiz yaşanmaz bu dünyada
İmkanı yok.
Olmuyordu, kalkamıyordu bir türlü.. Bacakları kırılmıştı ama Z bunu fark etmiyordu. Sadece her deneyip tekrar düşüşünde öfke ve ateş saçan gözlerle zemini tırnaklıyor, yumrukluyor, çoğu zaman kendine vuruyor, bağırıyor ve pes edip kendinden geçene kadar ağlıyordu. Bu döngüyü kırdığına emin olduğu son sert düşüşünden öncesinin aslında döngünün başlangıcı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Çünkü son seferinde öylesine yükseklere çıkmıştı ki, ondan önceki tüm düşüşleri anlamsız ve ufak kılınmıştı. Suçlu aramıyordu, ama suçlanacak birisi olmak zorundaysa gönüllü olmaya razıydı. Tüm düşüşlerinin sebebi de aslında bu sırtına yüklediği ağırlıklardı. Elini tutan insanlara sırtındakiler yüzünden yetişemiyor, ama yükünü de paylaşmıyor, Z'nin kendisi bile bu durumun farkında ve bundan nefret ediyor ama bir türlü cesaret edemiyordu.
Bir sene önce bugün gelip elinden tutmak isteyen melek, onu sırtındakileri bir kenara bırakmaya ikna etmiş ve bulutların üzerine çıkarmıştı. Ama düşüşü... Meleğin ellerinin ellerinden kaydığını ilk hissettiğinde içini yakan o sızı ve korku... Düşeli tam 6 ay olmuştu ama o hala gözlerini kapattığında aynı hislerin tekrar, tekrar ve tekrar her gece içindeki üzüntü tepesinden aşağıya usulca yuvarlanan bir çığ gibi büyüyerek kendisini ezmesine izin veriyordu...
Kanlar içinde, taş zeminin üzerinde, bacakları kırık ve gözyaşları kurumuş, bozuk bedenini düşündü... Z'nin her çırpınışı, aslında sadece kafasının içinde niyetlendiği eylemler olmaktan ötesine geçemiyordu. O hala Meleğin ellerini bekliyor ve özlüyordu. Bir daha asla gelmeyeceğini bilmesine rağmen...
Sirius, söyle bana
Neden iyiler gözyaşlarını silerken yastıklarına
Kötüler gülümser düşündükçe yaptıklarına
Kaç kişi haykırır geceleri bakıp sana
Ama unutur gündüzleri hala orda olsan da
Cevabı bekleyen bulamaz, duyamaz sesini
Sadece arayan anlar ve duyar sessizliğini
Sessizlik ki dingin, zihinlerde yankılanır sesi
Sessizlik değilir hiçbir zaman bir kişinin izi
Mühürlü dilin ateşi ve hançerden damlayan kan
Hançer ki elimde, sallasam yanar cihan
Kalem bozar mühürü ama kan dolar sayfan
Kalem ki içimde, mürekkebi gözümden akan
Gözlerim yalvarır, tek istediği dinleyen bir insan
Gözlerin dili ki, kimsenin bilmediği bir lisan
Saydın mı Sirius, kaç küskün göz kanadı ışığında
Işığın ki artık, mum bile olamaz karanlığımda
O kadar canım yanmıştı ki ağlayamamıştım.
Aylar geçti...
Dolabı açtığımda karşıma çıkan bi parfüm şişesi mahvetti beni.
Zaten ben elimden geldiğince kaçıyordum seni hatırlatıcak anıların bulunduğu yerlerden
Evimden, sokaklardan şehirlerden, günbatımlarından
Ama en hazırlıksız anlarımda hayalin gelip sırtımdan yine şevkatle sarıldığında bana,
Tüm gardlarım yine düşüyor, ben biraz daha eksiliyorum.
Kırılmış camlar, kaldırımlarda
Binlerce yıldız var
Sokakların sahibi sarhoşların
Kara bahtı parıldar
Huzur, geçen zamanla
Önemini kaybeder
Ve insanın gecesi gündüzü
Nefreti olur
Kaçamadım hayaletinden
Koruyamadı muskalar
Sen ki, bataklığımda
Bir uğursuz cadı
Ve beraberinde
Ordulaşmış iskeletler
Nitekim, birkaç çatlak
Kemiğim kalmış
Benden geriye
Söyledim, insanlar
Geçen zamanla
Ömrünü mahveder
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel