Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hazal Akman

Hazal Akman
@Heyzillll
8 okur puanı
Mart 2020 tarihinde katıldı
Yirmi yıl önce çocukluğum bana çok gerilerde kalmış gibi geliyordu, bugün ise durum tam tersi. Çünkü bana kalırsa insanlar yaşamları boyunca bir daire üzerinde hareket ediyorlar. Böylece giderek sona yaklaştıkça, ilk başladıkları noktaya da yakınlaşmış oluyorlar. Bu, insanı o uzun yolculuğa hazırlamak için çok hoş bir yöntem.
Reklam
Bir dede olmak neler gerektirir? Baba olarak pek başarılı olmamıştı, oysa her zamankinden daha çok çabalamıştı. Bir dede olarak herhalde yine ortalamanın çok altında kalacak. Eskilerin erdemleri yok onda: sukunet, şefkat, sabır... Ama belki de başka erdemler silinirken bu erdemler ortaya çıkar: tutku erdemi, örneğin.
‘Normal olarak,’ diyor, ‘şunu söyleyebilirim ki, belli bir yaştan sonra insan ders alamayacak kadar yaşlı oluyor.’

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
‘İkimizin ilişkisi başka bir biçim alabilirdi, buna inanıyorum, yaş farkımıza karşın. Ama benim eksik yaptığım bir şey oldu, öyle bir şey ki...’ uygun sözcüğü arıyor, ‘lirik bir şey. Lirizm eksik bende. Aşkın üstesinden gereğinden fazla geliyorum. Yanıp tutuşurken bile şarkı söylemiyorum, ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Bunun için üzgünüm. Kızınıza yaptıklarım için üzgünüm.’
Adet kanaması, çocuk doğurmak, tecavüz edilmek ve sonrası: kanlı işler; bir kadının taşıması gereken yük, kadınların özel alanı.
Reklam
Akşam oluyor. Aç değiller, ama yemek yiyorlar. Yemek yemek bir ritüel, ritüeller de her şeyi kolaylaştırır.
Kendi görüşü ise, ki bunu açığa vurmuyor, dilin köklerinin şarkıda olduğu, şarkının köklerinin de, olağanüstü büyük ve oldukça boş olan insan ruhunu sesle doldurma ihtiyacında.
Defnettiğimiz insanlar vardır, ama dahası, yüreğimizi kefen gibi saran, anısı her gün çarpıntılarımıza karışan sevdiğimiz insanları da toprağa veririz; onları her solukta düşünürüz, içimizde aşka özgü, hoş bir ruh göçü yasasıyla yer ederler.
İşte gençliğin en güzel duyguları ve büyük dramları böyle bitiyor. Neredeyse her sabah, benim Tours’dan Clochegourde’a gittiğim gibi, dünyayı fethederek, yüreğimiz aşka hasretle dolarak yola çıkarız; ardından, birikimlerimiz çetin sınavlardan geçtiğinde, insanlara ve olaylara karıştığımızda, hiç farkına varmadan her şey küçülür ve kül yığınlarının arasında bir parça altın buluruz. İşte hayat budur! Hayat olduğu haliyle budur: büyük iddialar, küçük gerçeklikler.
Ruhlari da bedenleri gibi bütünleşmemişti; duyguları canlandıran o sürekli iletişim halini hiç yaşamamışlar, ne hüzünlerini ne de mutluluklarını paylaşmışlardı, sinir tellerimize dokundukları, bedenimizin kıvrımlarına bağlandıkları, bu bağlanmaların her birini onaylayan ruhu okşadıkları için, koptuklarında bizi darmadağın eden o güçlü bağlar, onlar arasında mevcut değildi.
Reklam
...böylece, tohumlarımı ürün vermeyecek çorak bir toprağa boşuna serptiğimi anladım.
Annemin, şefkatin ilk köklerini salacağım yüreği, orada içine nüfuz edebileceğim küçük bir nokta arama ısrarıma rağmen, daima bana kapalıydı.
Her an birbirini görmeye katlanamayanların, hayatın yükünün ağır ya da hafif geldiği o sürekli birliktelik halini hissederek birbirinden uzaklaşanların en derin sevgilerinin yenik düştüğü bu sınavda ruhlarımızın derinliklerini tanıdık.
Çok geçmeden, ıssız bir adaya düşmüş iki kazazede gibiydik; çünkü felaketler sadece insanları yalıtmakla kalmaz, toplumun benimsediği alçakça kuralları geçersiz kılar.
Bizim mücadelelerimize aldırmadan kendi işini gören doğanın sükuneti, üzerimizde teselli edici bir hoşluk yaratmaz mı?
İtiraf edeyim ki, mutlu olmasam da huzurlu yaşardım, iffetli yalnızlığımda biraz olsun gücümü toplardım; ama bu uygunsuz mutluluktan da yoksunum.
Reklam
Onu yatıştırmak, ona hiç acı çektirmemeye söz vermek ve yirmi yıl boyunca onu yaşlıların son çocuklarına gösterdiği özenle sevmek gerekiyordu.
Evet, çok sonraları, bir kadını bir kadında severiz; oysa ilk sevdiğimiz kadında her şeyi severiz: Çocukları bizim çocuklarımız, evi bizim evimiz, çıkarları bizim çıkarlarımız, bahtsızlığı bizim en büyük felaketimizdir; elbisesini ve mobilyalarını severiz; buğdaylarının tarlada heba oluşuna paramızı çaldırmamızdan daha çok üzülürüz; şöminesinin üzerindeki antika eşyalara dokunan ziyaretçiyi azarlamaya hazırızdır.
Göz yaşları içinde sönüp gitmiş dahiler, değeri bilinmemiş yürekler, hatırlanmayan Azize Clarisse’ler, reddedilmiş çocuklar, sürgüne giden masumlar, hayata ıssız çöllerinden giren, her yanda soğuk yüzlerle, suskun yüreklerle, duymayan kulaklarla karşılaşan sizler, asla yakınmayın! Bir yürek sizin için açıldığında, bir kulak sizi dinlediğinde, bir bakış size karşılık verdiğinde mutluluğun sonsuzluğunu ancak siz hissedebilirsiniz. Tek bir gün kötü günleri silip atar. Geçmişte yaşanan ve unutulmayan kederler, derin düşünceler, umutsuzluklar, melankoliler, ruhun sırdaş bir ruha bağlandığı temas noktalarıdır. O zaman, bastırılmış arzularımızla güzelleşen bir kadın iç çekişlerin ve yitip gitmiş aşkların mirasçısı olur, boşa gitmiş sevgilerin tamamını yücelmiş bir halde geri verir; önceki kederleri, kaderin, ruhların birleştiği günde verdiği sonsuz mutluluklar için istediği bedel olarak açıklar.
Kaptan Nemo’nun kaderi garip olduğu kadar yüce de. Bunu ben de kendi kendime anlamadım mı? Onun sürdürdüğü o doğadışı yaşamı ben de on ay boyunca sürdürmedim mi? Nitekim altı bin yıl önce Vaiz’de sorulan o soruya, “Kim uçurumun derinliklerini araştırabilmiş?” sorusuna bütün insanlar içinde şu an yalnızca iki insan cevap verme hakkına sahip. Kaptan Nemo ve ben.
Sayfa 526Kitabı okudu
Akdeniz! Dünyanın en mavi denizi, İbranilerin ‘büyük deniz’i, Yunanların ‘deniz’i, Romalıların ‘mare nostrum’u! Etrafı portakal ağaçlarıyla, sarısabırlarla, kaktüslerle, deniz çamlarıyla çevrili, mersin kokulu, sınırları sarp dağlarla çizilmiş, tertemiz ve duru bir havaya sahip, ancak durmadan yer altı yanardağlarıyla değişen bu deniz, Neptunus ve Pluton’un hala dünya hakimiyeti için savaşmaya devam ettiği gerçek bir savaş alanıdır. İşte burada, der Michelet, Akdeniz’in kıyılarında ve sularında insan dünyanın en güçlü iklimlerinden biriyle hayat bulur.
Sayfa 325Kitabı okudu
Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşkın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.
Sayfa 413Kitabı okudu
Reklam
Aziz’in aşkı kuşatan, rapteden, zapteden, hesap soran, kıskançlık yapan bir sevda değildi. Demir bir kapı gibi üzerine kapanmıyordu bu ilişki. Aksine, çoktan beri kilitli kapıları açıyordu. “Uç” diyordu. “İstediğin yöne, dilediğince uç...” Aziz’in aşkı da kendisi gibiydi: Esaretten değil özgürlükten besleniyordu!
Sayfa 368Kitabı okudu
Aşık oldukları adamı sevgileri aracılığıyla değiştirebileceklerini zannetmek biz kadınlara özgü kadim bir gafletmiş meğer.
Sayfa 361Kitabı okudu
Aşkın olduğu yerde, er ya da geç ayrılık vardır.
Sayfa 339Kitabı okudu
Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet “aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! O kadar çok değişmelisin ki, sen sen olmaktan çıkmalısın.
Sayfa 339Kitabı okudu