Nasıl anlatırsınız ki renkleri göremeyen birine? Nasıl tarif edebilirsiniz gün batarken oluşan turuncu pembemsiliği? Nasıl da zor gelir denizin maviliğini ağacın yeşiline karıştırmadan anlatmak..
Andre Gide ile tanışıklığımız Dar Kapı adlı kitabıyla başlamış, kendisini daha ilk kitaptan çok sevmiştim. Bugün İş Kültür Yayınları’nda gezerken Pastoral Senfoni isimli kitabına rastladım ve hemen almak istedim.
Kitap bir papazın himayesi altına aldığı kör kız çocuğuna ait anılarını not alan günlük sayfalarından oluşuyor. Papaz başlarda defteri kızdaki ilerlemeleri not etmek ve hatırlamak amacıyla tutsa da günlük sayfaları boyunca kızdaki ilerlemeden çok aralarındaki konuşulmayan hisleri okuduğumu hissettim.
Kitap beni çok etkiledi ve bazı şeyleri düşünmeye sevk etti. Mesela kör birine renkleri nasıl anlatabilirdim diye düşünüp duruyorum. Papaz renkleri Beethoven’in Pastoral Senfoni’sini dinlemeye gittiklerinde kemanlar, çellolarla anlatmaya çalışmış fakat başarısız olmuşken ben nasıl anlatabilirdim diye düşünüyorum.
Sanırım Andre Gide son zamanlardaki favori yazarlarım arasına girdi. Başka kitaplarını da edinip okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitabı okuyacaklar için küçük bir öneri: Okurken İş Sanat’ın YouTube hesabındaki Pastoral Senfoni’sini dinlemekten hoşlanabilirsiniz.
youtube.com/watch?v=rDEH64h...
#kitap #book #bookstagram #andregide #pastoralsenfoni #işkültüryayınları #modernklasikler #fransızedebiyatı #işsanat #istanbulensemble #rengimgökmen
Bu sabah uyandım ve okumadığım günlerle arayı kapatabilmek için hemen kitabıma sarıldım. Yaklaşık 1.5 saatlik bir okumanın ardından da Ay Işığı Sokağı ile vedalaştım.
Kitapta birbirinden farklı 5 öykü var ve tüm öykülerde üzüntümü sarsılmaz bir şekilde hissettim. Savaşlar yüzünden ailelerine kavuşamayan binlerce esiri ve şehiti düşündüğüm, tek bir sınavın bir insanın tüm hayatına mal olabileceğini gördüğüm ve kendisini tek bir insana adayan hayatların nasıl da yok olup gittiğine şahit olduğum bir kitaptı.
Zaten Zweig kitapları böyle değil midir? Kısacık sayfalar içerisinde bize binbir türlü şey düşündürüp, bizim sürükleyen….
Ay Işığı SokağıStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202167,2bin okunma
Ama ben burada hiç kimseyim. Yüzüm yok. Herkesin tepeden tırnağa kahverengi yünlü kumaşlara büründüğü bu büyük kuruluş kimliğimden yoksun bıraktı beni.
Neler hissediyorum şuan, neden bu kadar çok ağladım mesela?
Kitabı bitireli yalnızca 5 dakika oldu. Son 30 sayfasını ağlayarak okudum, yeri geldi ağlamaktan okuyamadım. Hepimizin bencilleştiği bu dünyada kendisini ölümün kollarına atacağını bilse de diğer insanları üzmemek için aşkından vazgeçen, bütün hayatını o aşktan uzak ve bedbaht halde yaşamaya çalışan Fikret’in dertlerine tanık olmak bana çok ağır geldi. Nejat da Fikret de birbirlerine derin bir aşkla bağlanmış olsalar da Fikret Nejat’ın evli olmasını ve çocuklarını düşünerek evlilik teklifini reddetmiş ve kendisini ondan uzaklarda sürgüne hapsetmiş bir kadın.
Yapamaz mıydı peki evlenemez miydi? Kendisini düşünerek hareket edip Nejat’ın evlilik teklifini kabul edemez miydi? Elbette bunu yapardı, yapabilirdi. Fakat O, aşkını yaşarken üç insanı beraberinde bir mutsuzluğa sürüklemektense kendisini bu aşktan mahrum ederek ölümün kollarına bıraktı. Acısı yalnızca aşkından uzak kalması olmadı, kendisinden yaşça büyük biriyle evlendirildi ve kocasını her gün aldatıyor hissiyle yaşadı. Aldatıyor hissiyle yaşadı fakat gönlündeki sevgiyi atamadığı için hissetti bunu.
Duyguların bu derece yüzeyselleştiği zamanımızda Fikret’in hikayesini okumak beni çok etkiledi ve üzdü. Güzide Sabri ile Fikret sayesinde tanıştık ve kendisini öyle çok sevdim ki şimdiden.. Kesinlikle herkesin okuması gereken, çok güzel bir kitap. Bu kadar geç okuduğum için kendime biraz dargınım.
Bu gece beni uyutmayan, huzur bırakmayan dert, onun da uykusunu kaçırmıştı. Biz ikimiz de aynı emeli takip ediyorduk. Fakat birbirimizden ayrı, birbirimizden uzak, saadet emellerine hasret, ağlayışlarla inliyorduk.