Heyecanlı bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur. Böyle direnilen kişi insanlıktan uzak biri değilse ve direnen kişi pasifliğinde gayet zararsızsa, o zaman, direnilen kişi daha neşeli anlarında, aklıyla çözmesi imkansız olan şeyi hayalgücüyle bulmak için müşfik bir çaba gösterir.
Kul kendi halini dinin zahir hükümleri üzerine oturtursa, ona bir noksanlık gelmez. Herhangi bir yerinde gedik açılmaz. Temeli çürük olursa makamlara asla ulaşılmaz.
Tüm dünya - kuşkusuz Tanrı'nın parmağı ile yazılmış bir kitap olan tüm dünya - öyle bir kitap ki; orada her şey bize Yaratıcısının uçsuz bucaksız iyiliğinden söz eder; orada her yaratık yaşam ve ölümün betimlemesi, aynasıdır; sıradan bir gül bile yeryüzündeki yolumuzu aydınlatan bir parıltıya dönüşür...
"Bu dünya tipik bir labirent gibidir" dedi tane tane, dalgın yaşlı adam. "Girişi kolay, çıkışı çetindir". Kitaplık kocaman bir labirenttir. Dünya labirentinin simgesi içine girersin, ama dışarı çıkıp çıkamayacağını bilemezsin...
Çünkü bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini ama belki de yapmaması gerekenin bilinmesini de içerir.
Bana, insanın ömrünün yarısını geçince, görüşü kusursuz olsa bile, gözün sertleştiğini, gözbebeğinin uyum sağlayamadığını, birkaç bilginin ellinci baharlarından sonra okuma yazma bakımından ölmüş gibi olduklarını açıklamıştı. Daha uzun yıllar zekalarının en iyi ürünlerini verebilecek insanlar için ne büyük şanssızlık.
Gençler artık hiçbir şey öğrenmek istemiyorlar, bilim geriliyor, tüm dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma sürüklüyorlar, kuşlar, daha uçmayı öğrenmeden yuvadan ayrılıyor, eşekler çalıyor, öküzler oynuyor...
On yedi. Bu küçük ama muazzam bir sayıydı. İnsan radyoda ya da televizyonda şu ya da bu felaketin ardında bıraktığı ölü sayısını duyunca on yedi cesetin ne anlama geldiğini fark edemiyor. Ah diyor, on yediymiş, neyse çok sayılmaz bana bin, iki bin, üç bin cesetten bahsedin, ama on yedi, on yedi öyle aman aman bir şey değil, oysa gene de, gene de kayıp hayatlar için, cansız etler için çok büyük bir sayı bu, tıpkı morgdaki gibi insanın belleğinde de sıkışıklık yaratıyor, on yedi suret, bir tondan fazla et ve kemik, onbinlerce yaşanmış saat, milyarlarca kayıp anı, Tanca ile Mombasa arasında yas tutan yüzlerce insan demek bu...
İnsan asla tamamen, asla gerçekten hatırlamıyor; zamanla belleğindeki hatıraları yeniden inşa ediyor, ben de şu anda o dönemdeki halimden o kadar uzağım ki, duygulardaki o keskinliği, heyecanlardaki şiddeti yeniden hissetmem olanaksız; bugün bana böyle darbelere dayanamaz paramparça olurmuşum gibi geliyor. Böylesine sert darbelerin ardından hayatta kalınamazmış gibi..