El, aynı zamanda Akadca İlu karşılığı. Kenan’da buna İl de deniyor. İbranicede de El veya Elohim. Aramicede El veya Elah. Güney Araplarda İl, klasik Araplarda Allah olmuş.
Musa’nın yazdığı söylenen Tevrat’taki ilk beş kitabın onun tarafından yazılmadığı bütün bilim adamları tarafından kabul edilmektedir. Musa zamanında onları yazacak şekilde İbrani yazısı gelişmemiş. İkinci olarak, o çağda yazı taşlar üzerine yazılıyordu deniyor. Yazının gelişmesi ancak İÖ 9. ve 8. yüzyıllarda başlamış. Musa’nın yazdığı söylenen beş kitabın İsraillilerin Babil tutsaklığından kurtulup ülkelerine döndükten sonra yazıldığı herkesçe kabul edilmektedir. İşin ilginç yanı, Babil’e hep bilginler tutsak götürülmüş. Onlar da orada boş durmamış, onların yazı ve dillerini öğrenerek Babil kitaplıklarını incelemişler. Bu yüzden özellikle Tekvin’in ilk ikinci bölümüne kadar olan konular tamamıyla Sumer efsanelerinden alınmış.
Tevrat, Tekvin Bab 32:
Yakup Allah’ın ordusu olarak kabul ettiği meleklerini görüyor ve yalnız kalınca gece sabaha kadar biriyle güreşiyor. Tanyeri ağarırken, güreşten gitmek istiyor. Yakup, onu, kendisini kutsamadan bırakmıyor. Buna göre Yakup ile güreşen yerli halkın bir tanrısı. Yakup’un da bir kabile tanrısı olduğu, yenilmemesi de yerli Tanrı kadar güçlü olduğunu kanıtlıyor. Bu Tanrı, onun adını değiştirerek “Tanrı ile güreşen” anlamına gelen İsrail koyuyor. Bu güreşte Yakup’un kalçası sakatlanmış. Bu yüzden İsrailoğulları hayvanın kalça adelesini yemezlermiş.
''İdam mahkumunun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse, çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlere yıl, sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleyeceğini söylemiş. Yeter ki yaşasın! Yalnızca yaşasın! Aman Tanrım, bu nasıl gerçek böyle! Bu nasıl gerçek! İnsan ne alçak yaratıkmış!''
Ait olduğum kesimin normlarını ve kalıplarını boş bulduğum için artık ne kendimden ne de başkalarından utanıyorum. Onur, suç, günah gibi kavramlar bir anda soğuk, metalsi bir tını kazandı, bunları dehşete kapılmadan telaffuz edemiyorum artık.
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli,
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki,
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nâzım Hikmet