Korkularla geçiyor yaşamımız. Hiçbir şey beklemiyoruz iyi, aydınlık, umutlu… Yarınlara güvenimiz yok. İşimizi yaparken yalnızca günü geçiriyoruz. Eğlenirken içimiz kan ağlıyor. Ürpertiler içindeyiz. Ufuktaki gölgeyi büyütüyoruz. Küçük bir lekeyi yaygınlaştırıyoruz. Okuduğumuz bir haber, kulağımıza çalınan bir söylenti, otobüste karşılaştığımız bir bakış, düşlerimize giren heyecanlı olaylar, hepsi hepsi korkularla çevreliyor bizi.
Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler yapacak, bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Hep ben yorulmak istemiyorumdur. İnancımı yeniden kazanmaya ihtiyacım vardır. Beni, bana geri vermek istiyorumdur.
Yalnızlığa öyle alışmıştım ki, bir başkasının ilgisini ancak bir tehdit olarak algılayabiliyordum. Yabani bir hayvanın insan karşısında tedirginliğine benzeyen bir duyguydu bu. İçimdeki ceset uyandırılmaktan korkuyordu.
Benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim? Bilmiyorum ve korkuyorum. Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım. Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. Bunları neden istiyorum? Hayatımda mümkün olan zihinsel ve fiziksel tecrübelerin tüm renklerini, tonlarını ve çeşitlerini tatmak ve hissetmek istiyorum ve korkunç derecede sınırlıyım… Uğrunda yaşayacağım çok şey var, yine de anlaşılması mümkün olmayacak kadar hasta ve üzgünüm.
- Sylvia Plath
Kaybettiklerimiz için yas tuttuğumuzda, iyi ya da kötü kendimiz için de yas tutarız. Eskiden olduğumuz ve artık olmadığımız kişinin yasını tutarız. Günün birinde hiç varolmayacağımız için yas tutarız.