Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

MeSu

MeSu
@MeSu32
Bandırma
15 okur puanı
Aralık 2015 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
‘Hayatının bir roman' olduğunu söyleyenlerin anlattıklarına kulak verecek olursak, pek olaylı geçen bir süreçten söz edildiğini anlasak bile, yaşananın, yaşanmışın bu yaşamdaki katkısını ve payını ayırt edemeyiz. Diyeceğim, serüvenleri dillere destan olmuş biri pekâlâ yaşantı fukarası olabilir de, bir başkası, çok daha dar görgü-bilgi
Reklam
Ekran, ekran, ille de ekran... Kâh televizyon ekranı olarak, kâh bilgisayar monitörü olarak; edebiyattan vakit, emek, muhatap ve rol çalıp duruyor. Yaygın olarak inanılıyor ki; görsel iletişim yoluyla beslenmeye alışan kuşağın dijital alımlama yetisi, artık ‘tuğla gibi’ romanlara pabuç bırakmayacak. Şiire programlanmamış ruhlar, lirik ve epik
* Bilmeyenlere açıklayalım, söz konusu un, yani gofio, şekerle karıştırılmış hali benim zamanımda Arjantinli çocukların en sevdikleri tatlı olan unufak edilmiş nohut unudur. Kimileri gojio'nun mısır unu olduğunu iddia ediyorlar ama bunun böyle olduğunu yalnızca İspanyol [Yazın] Akademisi söylüyor, böyle bir durumda kimin haklı olduğu ortada. Gofıo bozumsu bir tozdur, çocukların soluksuz kalma pahasına ağızlarına dayayıp yedikleri küçük kağıt torbalarda satılır. Ben güney banliyö treninin gittiği Banfield'de ilkokul dörde giderken ders aralarında öyle çok gofio yerdik ki otuz öğrenciden ancak yirmi ikisi derslerin sonuna kalabilirdi. Şaşkına dönen öğretmenler gofıo'yu yutmadan önce nefes almamızı söylerlerdi ama çocuklar dinler mi? Bu besleyici maddenin iyi ve kötü özelliklerinin açıklaması bittikten sonra, okur sayfanın baş kısmına dönerek hiç kimsenin bu havuzu desteklemeyişini okumayı sürdürsün.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Lucas, ejderhaya karşı verdiği savaşımlar Yaşlandıkça anlıyor onu öldürmenin kolay olmadığını. Bir ejderha olmak kolay ama onu öldürmek kolay değil, çünkü çok sayıdaki kafasını (bu sayı danışılabilecek yazarlara ve hayvanat kitaplarına göre yediyle dokuz arasında değişiyor) keserek öldürmek gerekiyor, ancak en azından bir tane iyi kafayı
Kısalı-uzunlu, uzak-yakın dostluklardan fire verdikçe, her seferinde kısalı-uzunlu, geçici-kalıcı acılar yaşarsınız. Bir yol ayrılması bile olmayan, olamayan ayrılışlardır bunlar. Vefanın olmadığı yerde, vedanın hiçbir anlamı yoktur. Vedalaşmazlar. Ama neden hep onlar giderler, siz kalırsınız? Bir keresinde de siz gitseniz? Belki gidilen o yerlerde daha güzel, daha anlamlı birşeyler vardır da, ona ve onun için gidiliyordur! ‘Orası’ neresidir? Öğrenemezsiniz... Siz hep kalırsınız. 'Partir... c’est moıırir un peu’ (Ayrılmak biraz ölmektir) sözünü hep doğru bellemişsinizdir ama, nice yıllardan sonra, bir sevgili sesin fısıltısını sanki ilk kez/ yeniden duyarsınız: Hayır. Aslında ‘Rester... c’est mourir un peu!’ (Kalmak... Ölmek budur [asıl] biraz)"
Reklam
"Siz istediğiniz kadar mektuplarınızı, resimlerinizi, yazılı kağıtlarınızı, manalı-manasız nesnelerinizi atmayın, saklayın... Kendinize kolay el uzatılamayacak bir çekmece içinde özgül bir ‘yitmiş zaman parçası’ ayırın; onu kendinize saklayın... Belleğinizle uyumlu yaşamaya çalışın... Bu arada birşeyler yazın, yazın, yazın... İstediğiniz kadar sözcüklerinizi seçerek, insanların duygularını, yorum skalalarını gözeterek konuşun, yazın. Mesafeleri iyi ayarladığınızı sanın. Tevazunuzun tevazu olduğunu belli etmemek için çaba gösterin. Şizoid bir kontrol kulesi gibi yaşayın... Bu arada birşeyler yazın, yazın, yazın... Yazdıklarınız sanki suya yazılıdır, attığınız taş istediğiniz kuşu vurmaz, yanlış kapılardan geç girersiniz, hiçbir zaman ‘zamanında, orada’ olmazsınız, olamazsınız. İnsanlar hemen anlarlar sizin kendilerinden olmadığınızı... Sizin, onlardan olmadığınızı anlamanızdan daha çabuk, daha erken!"
"Gel de şimdi iki kere iki dörtlerin, siyah-beyazların, pekinliklerin kurgul dünyasına uyarla kendini. Bilinç de bilinç diye tuttur. Mr. Hyde’ları kırk kilit altında tut. Koskoca bir yalanı yaşarken, kınamalara, yargılamalara, suçlamalara, ayıplara sığın. Doğrunun değişmez ölçütü sana verildi çünkü, erdemliliğin fahri hemşehriliği de! ‘Kolay’
Ben de sizin gibi çok fazla araba kullanıyorum. Çok fazla şey satın alıyor, bunların gereğinden fazlasını elimde tutuyor, birçoğunu da atıyorum. Kendimi ve çocuklarımı fazlasıyla şımartıyorum. Çok fazla su, enerji ve hava tüketiyor, çok fazla alan işgal ediyorum. Kısacası varoluşum , gezegenin kaldırabileceğinden fazlasına mal oluyor. Bu ne ahlaki bir eleştiri , ne de suçluluk duygusundan kaynaklanan bir vicdan azabı; sadece bir durum tespiti. Ve bu durumun yol açtığı sonuçlar apaçık ortada, hatta artık tüm olumsuz etkilerini hissedebileceğimiz kadar yakınımızda . Hem kendi geleceğim hem de çocuklarımın geleceği için değişmem gerektiğini biliyorum. Ama buna rağmen -tuhaf olan da bu zaten- sizin gibi ben de değişemiyorum . Soyut bir bilgi uğruna konfordan, rahatlıktan ve hazdan vazgeçemiyorum. Elimden gelmiyor.
"Birlikte yemek yediğimizde, çoğunlukla edebiyattan konuşuyoruz, her zaman aynı lokantada, her gün gittiği Sybarite'te. Yalnızca su içiyor. Ya siz? diyor bana. Aslına bakarsanız, diyorum, ben biraz şarap alabilirim. Tamam, diyor garsona, o zaman bana bir Badoit, ona da bir kadeh şarap. Sybarite'te her seferinde bir şeyler öğreniyorum: Robbe-Grillet hakkında, Claude Simon hakkında, Lindon'la buluşmaya gelmeden önce her zaman küçük bir kağıda ele almak istediği konuların listesini yapan Pinget hakkında, Lindon'un metroda, La Motte-Picquet-Grenelle istasyonunda, Molloy'u ilk defa okuduğu sırada kahkahayı basınca, ciltlenmemiş olduğundan her yere saçılabilecek olan sayfaları neredeyse elinden düşüreceği o an hakkında — bu hikâyeyi sık sık duyacaktım, hepimiz sıklıkla duyacaktık."
Sayfa 14 - Norgunk YayıncılıkKitabı okudu
Bu, eski tahtaların içinde inatçı bir yaşam özleminin uyandığı dönemdi. Çok uzun zaman önce, onlar da sıcaklık ve gücün getirdiği çocuksu bir duyguya sahiptiler, o zamanlar dallardan tomurcuklar fışkırıyordu. Sonradan ağaç kesilivermişti. Şimdiyse, bahar geldiğinde, o ağacın parçalarında hâlâ çok çok hafif bir yaşam ürpertisi uyanmaktaydı. Eskiden yapraklar ve çiçekleri varken şimdi yalnızca “çatır,” diyecek kadar belli belirsiz bir anıya sahiptiler, sonra her şey tâ bir sonraki yıla kadar susacaktı.
Sayfa 144Kitabı okudu