Ne diyeceksin bu akşam, zavallı, yalnız can,
Ne diyeceksin, gönlüm, eskiden soldun diye,
Tanrısal bakışıyla seni birden ışıtan
O en sevgiliye, en güzele, en iyiye?
Onur verici bir şey yok onu övmek kadar
Bilemez buyurgan tatlılığını hiç kimse
O tinsel teninde Meleklerin kokusu var,
Ve gözü ışıktan bir giysi giydirir bize.
İster geceleyin olsun ister yalnızlıkta,
İster sokakta olsun ister kalabalıkta,
Hayali hep havada dans eden bir meşale.
Kimi kez der: “Ben güzelim, buyruğum şu hem:
Benim sevgim uğruna bağlı kalın Güzel’e;
Ben koruyucu Melek, Esin Perisi, Meryem!”
“ Artık tüm hayat görüşüm, yalnızlığın kendime ve diğer birkaç münzeviye özgü ender ve merak uyandırıcı bir olgu olmasından çok, insan varoluşunun temeli ve kaçınılmaz gerçeği olduğu inancına dayanıyor. Her türden insanın anlarını, hareketlerini ve sözlerini (sadece usta şairlerin kederi ve mutluluğunu değil, aynı zamanda sıradan bir ruhun mutsuzluğunu, insan sürüsünün sokaklarda yanımızdan geçerken sonsuza kadar kulaklarımızı tırmalayan, muhtelif şekillerdeki taciz, nefret, aşağılama, şüphe ve küçümseme gibi keskin ifadelerle defalarca ispatlanmış mutsuzluğunu da) incelediğimizde hepsinin aynı şeyden mustarip olduğunu görürüz. Şikayet etmelerinin asıl sebebi yalnızlıktır.
“Sevdiğimiz birini yeniden görmek, polisiye romanlarda anlatıldığı gibi, karşı konulamaz bir zorunluluğun etkisiyle yeniden ‘suç mahalline’ dönmek gibi bir şey değil mi?”
"onun göğsünde kalb yerine zayıf lambalı bir radyo vardı ki, parazitleri defetmeye kafi gelmiyordu. halbuki ben aşkı eski telakkilere aksülamel yapmadan kabul ettiğim için lili'yi, müfekkiremin anlamasına rağmen hislerimle suçlu tutuyordum."
“Gözümü ilk açtığımda onun yapraklarını gördüğümden midir bilmem, dünyanın merkezinin onun kökleri altında olduğuna inanırım. Onu sevmeyen ve geniş gövdesi altında soluklanmak için durmayan yoktur.”