Ahhh kadınlar! Ahh doğdukları günden itibaren yok sayılan, küçümsenen, sadece kendi işleri için kullanılan kadınlar.
Virgina Woolf da değindiği yüzyıllardir süre gelen bu mücadele var olmaya çalışmak var olmak için defalarca mücadele veren savaşan kadınlar
26 yaşındayım ama bitmedi mücadelem kimin bitti ki mücadelesi bu konu o kadar derin o kadar farklı bir konu ki binlerce kitap yazilan ama hala anlaşılmayan bir konu. Virginia wolf ince ince işlediği bu konu yüzyıllar öncesinde kadınların vasıf olarak çok kucumsendigiyle başlayıp konuyu yazmaya getirmiştir.
Kadinalara yazmak için fırsat tanınmadığı
Biz ise her şeyi bir üniversite kampüsünde genç bir kızın düşüncelerini okuyarak öğreniyoruz. Shakespeare için hayali bir kız kardeş yaratmıştı ve olsaydı ona ne olacağını anlatıyordu. Kızın ağabeyi kadar yetenekli olduğu, ancak etrafındaki insanların bunu görmek istemediği hakkında kurgusal bir hikâye yaratmıştı. Jane Austen ve Charlotte Brontë’nin neden Savaş ve Barış’ı yazamadıklarını sorguluyordu. Kadın sadece bir et parçası değildi. Namus ve ahlak kavramları tek bir kadın için geçerli değildi. Kız ve kadın diye başka bir tip varmış gibi ayrılmamalıdır. Bir kadın sadece bir kadındır
16 yüzyılda şiir yeteneği ile doğmuş bir kadın mutsuz bir kadındır kendisiyle kavgalı bir kadındi yaşamın tüm şartları kendi içgüdülerinin tümü akıldakileri özgür bırakmak için gerekli ruh haline düşmandı
Bu kitabı ilk okuduğumda çok anlayamadım tekrar tekrar okumak zorunda kaldım o kadar ince islemiski sakin ve çok çalışan kendini geliştiren bir beyne ihtiyacı var muhsetem bir kitap
16 yüzyılda şiir yazma yeteneği ile doğan bir kadın mutsuz bir kadındı, kendisiyle kavgalı Bir kadındı. yaşamın tüm şartları kendi iç güdülerinin tümü akıldakileri özgür bırakmak için gerekli ruh haline düşmandı.
Kalbim şakıyan Bir kuş gibi
yuvası sürgünde
Bir elma ağacı gibi kalbim
Meyvelerin yükünden eğilmiş dalları olan
Parlak renklerden oluşan bir deniz kabuğu kalbim
Durgun denizlerde süzülen
Hepsinden daha mutlu kalbim
Çünkü geldi sevgilim bana.
Öncelikle çok severek okuduğum bir kitap olmadı. Ama alanınız sosyoloji veya psikoloji ise belki hoşunuza gidebilir. Dili güzel betimlemeler yerinde, akıcı diyebilirim ilk başları için.
Gustave le bon Fransız sosyolog antropolog olarak bilinir tıp eğitim almasına rağmen sosyolojiye yönelmiştir
Devrimlerden ve bilhassa Fransız devriminden nefret eden Le Bon her türlü topluluk gibi temsil işlevi gören meclislerin de kitle psikolojisini yansıtan bir "kalabalık" olduğunu savunuyordu
Kitabına yansıdığı gibi kalabalık yani kitleler zihinsel olarak akılsal olarak işlevini kaybettiğini açıklar
Bir başlarına alamayacakları kararları ya da uygun bulmadıkları düşünceleri kitle olarak da rahat yapabildiklerini kişi bu davranışını yaptığında bireysel olarak değil aslında kitlenin yaptığını düşünerek hareket eder bu da ona cesaret verir
Bireysellikten çıkıp topluluğa girdiğin de bireyin duygu ve düşünceleri kitle ile aynı yöne doğru ilerler.(syf21)
Dile getirilen şüphe anında su götürmez bir gerçekliğe dönüşür (syf41)
Eylemlerimizin arkasındaki bariz sebeplerin arkasında muhakkak itiraf edemediğimiz sebepler mevcuttur(24)
Sadece romandaki kahramanlar hayatları boyunca değişmez karaktere sahiptirler karakterin görünürdeki istikrarı yalnız çevrenin istikrarı ile doğru orantılı
Buna benzer çarpıcı cümleler kurmuştur.
Sadece romandaki insanlar, tüm hayatları boyunca değişmez karakteristikler sergiler karakterin görünümündeki istikrarı yalnızca çevrenin de istikrarlı olması durumunda ortaya çıkar