Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

İlayda Akın

İşini aksattığını hiç görmedim. Fakat Tanrı'nın verdiğini Tanrı alır; ne kadar çok hayalkırıklığına uğradığına da şahit oldum. Böyle bir başarıyı yakalayabilmek için başarısızlığın hakkından gelmek, böyle bir tutkuyu hayata geçirebilmek için umutsuzluğu yenmek gerekirdi.
Reklam
Oysa Umut bir şey düşünemiyor. Selma'yla evlenecekler mi? Çocuk yapacaklar mı? Sadece şunu biliyor: Her şeyi yerli yerinde, tıkır tıkır işleyen bir hayat kurduğunda, o hayatı yerle bir edecek bir felaket kurgulamak da farz olur.
Sayfa 109Kitabı okudu
..., ama gerçek daima biraz hüzünlüdür. Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
En nihayetinde, insanın hayatta yapabileceği hatalar, karşılaşabileceği felaketler, verebileceği zararlar, açabileceği yaraların tamamı göz önüne alındığında kişinin farklıyı, hakikiyi ararken tekrara, taklide düşmesi ne masum, ne kaçınılmazdı.
Evren doldurmayacağı boşluklar yaratmamalıydı. Bu akla, mantığa ve vicdana aykırıydı. Aynı boşluğu hissetmeyen bön ruhlardan nasıl da nefret ediyordu.
Reklam
Aile meseleleri böyledir zaten, dan diye vurup, sonra hiç vurmamış gibi yapmak gerekir. Ah diye vurulup, ayırdına varmamış gibi yapmak gerekir. Bu işlerin böyle yürümesi gerektiğini, hiç üstüne kafa yormadan bile, herkes bal gibi bilir.
Aile sevgi üretmek için bir araya gelmiş insanların durmadan hayal kırıklığı, fedakârlık, başa kakış ve öfke, ve ev işi ürettiği yerdir.
Zihnin yüzeyine çarpan her mesele bir öncekini süpürüp götürüyordu ne de olsa.
Konuşacak kimsesi olmayanlar odalarında roman yazarlar. Yanlış hayat seçimleriyle (ya da belki doğru. Yaşanmamış hayatların hesabını kim tutabilir) dostlarından, ailelerinden, kendileri için yapılan planlardan, kariyerlerden, tüketim nesnelerinden, cuma akşamı çıkmalardan, başka tenlerden kopmuş insanlar cuma akşamları evde oturup (bu hesabın imkânsız olduğunu bile bile) yine de kendi yaşamadıkları hayatları, başkalarının yaşadıkları hayatları tasavvur edebilirler.
Bir insanın hayatını arzuları doğrultusunda şekillendirmeye cesaret edemediği; kendi değerine çocukken kurduğu hayallere veya koyduğu hedeflere sadık kalamadığı için hayatı ıskaladığı duygusuyla yaşaması kadar korkunç bir şey olamaz, sizce de öyle değil mi?
Reklam
“Beklemek her geçen gün, her geçen ay ve hatta her geçen yıldan sonra daha da kolaylaşır. En zor geçen ilk altı aydır. Özlem vardır çünkü. Bir yıl sonra iş işten geçti sanılır, özlem yerini yavaş yavaş öfkeye bırakmaya başlasa da ikisi arasında gider gelir insan, en çok da onurunun kırıldığını düşünür. Sonra özlem ve öfkenin üzerine bir küskünlük bulutu gelip çöker. Yağmuru beklemeye başlarsınız, bir yağsa her şey yeniden başlayacaktır, ama yağmaz o yağmur. Bir yıl, beş yıl, on yıl.. Bir de bakarsınız ki beklemek bir din, bir ibadet olmuştur, sanki onunla doğmuş gibisinizdir, adınız kadar size aittir. Arkadaşlarınız önceleri şefkatlidir, atlatacağınızı düşünüp anlayışlı davranırlar, dinlerler, sorarlar, ‘bir haber var mı?’ derler. Sonra ufak tefek kızgınlıklar başlar, ‘değmez unut’ derler, otuzunuzda hâlâ gençsinizdir, hâlâ birileriyle tanıştırılırsınız. Nihayet bir gün onlar da bırakırlar peşinizi. Herkes nerede yaşadığınızı, ne yaptığınızı bilir, telefon numaranız da değişmemiştir ama sizden başka hiç kimsenin bu bekleyiş için gücü kalmamıştır.”
Bana seninle yaşamayı Madam Litvak öğretti, giden bir sevgilinin ne yaşadığını ne de öldüğünü düşünmeli geride kalan, ihtimaller aşkı öldürür, gittiğini bilmek yeter” diyerek.
Biz kaplumbağalar soyundanız Mösyö, tarihimizi hep sırtımızda taşırız. Ne kadar gizlemeye çalışırsak çalışalım o hep sırtımızdadır, başımızı içeri çeker dururuz, ama o hep görünür.
Bazı ruhlar kardeştir, nerede karşılaşırlarsa karşılaşsınlar birbirlerini tanırlar, sizinle bu yüzden konuşmak istedim galiba. Kimden kaçıyorsunuz siz?
47 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.