“Bu nedenle Hakikat, sarhoş olmayan hiçbir katılımcının bulunmadığı bir Baküs şenliğidir, fakat yere düşen katılımcılar düştükleri anda çöktükleri için, bu şenlik aynı zamanda şeffaf ve basit bir dinlenmeye de tekabül eder. Bir dinlenme hali olarak görüldüğü ölçüde bu hareketin bütününde, orada kendini ayırt eden ve kendine belirli bir varlık veren şey, kendini hatırlayan, varlığı kendini bilmek olan ve kendini billişi de dolaysız varoluş olan bir şey olarak korunur.
Bağışlayın onu
o ki tabutu boyunca
al bir ayın akışı
geçmekte ve gecenin allak bullak ıtırı vücudunun bin yıllık uykusunu
kaçırmakta
bağışlayın onu
o ki içten darmadağındır
fakat gözlerinin derisi hala ışık zerreciklerini
imgelemekten yanıyar
“Spinoza'nın Tanrısı; doğadır, evrendir, onun Tanrısı ‘üstün akıl’dır. Doğada, evrende ve var olan her şeyde bulunan, aslında herşeyin ta kendisi olan üstün bir bilinç, bir iradedir. Ve doğanın ya da evrenin hiçbir amacı, hedefi yoktur.”
Şimdi mülksüzleşen, bağımsız iktisadi
varlığı son bulan kimse, artık kendi başına ve kendisi
için çalışan işçi değil, birçok işçiyi sömürmekte olan ka-
pitalisttir.
Topyekün tahakküme giden yolda atılan ilk zorunlu adım, insandaki tüzel kişiliği öldürmektir. Bu, bir yandan belli kategoriden insanları yasa korumasının dışında tutarak, aynı zamanda da yurttaşlıktan çıkarmayı araç olarak
kullanıp, totaliter olmayan dünyayı bu yasa dışılığı tanımaya zorlayarak yapıldı; öte yandan bu, toplama kamplarını normal ceza sisteminin dışına yerleştirerek ve öngörülebilir cezalar gerektiren normal yargılama prosedürünün dışında tutarak kamplardaki tutukluların seçilmesiyle yapıldı.
Şayet özgürlüğe, özgür olmayı hükümran olmak ile özdeşleyen gelenek içinden bakarsak özgürlük ile hükümran olamamanın, [yani) yeni ·bir şeye başlama imkanı ile onun sonuçlarını değil denetim altına alabilmek önceden dile getirmenin bile olanaksızlığının aynı anda birlikte bulunuşu
bizi neredeyse insani varoluşun saçmalığını gibi bir sonuca varmaya zorlar gibidir
Birilerinin kim olduğunu anlatmak
istediğimizde sözcüklerimiz bizi ayartır ve ne olduğunu anlatmaya başlarız; o kişinin benzerleriyle paylaşmakta olduğu
niteliklere ilişkin betimlemeler içersinde yuvarlanıp dururuz. Kelimenin eski anlamıyla bir "karakter" ya da bir tip tarifi
yapmaya başlarız; sonuçta o kişinin özgül benzersizliğinin
elimizden kaymasına mani olamayız.
Emegin en aşagı, en hakir görülen konumdan, bütün insani
etkinlikler arasında en itibarlısı olarak en yüksek mertebeye bu ani ve gözalıcı yükselişi, Locke'un, bütün mülkiyetin
kaynagının emek oldugunu keşfetmesiyle başladı; A. Smith'in,
bütün zenginliğin kaynağınun emek oldugunu ileri sürmesiyle
ve Marx'ın emeği, bütün üretkenliğin kaynagı ve tam da insanın
insaniliğinin ifadesi haline getiren "emek sistemi"yle rayına
oturdu.