Bir insan varoluşunun önemli bir dönüm noktasına geldiğinde, içinde inanılmaz büyük ızdıraplar çeker. Öyle bir evredir ki bu dönüm noktası. Bir yeniden doğuştur. İnsan o acıya daha fazla katlanamayıp kurtulmak için yeniden doğar. Eğer yeni bir hayata atılacak cesareti bulamıyorsa, çektiği o acı, onu yeterince rahatsız etmiyor aksine hâlinden memnun demektir.
Öyle bir dönemdir ki, varoluşsal dönüm noktası; o zamana kadar sahip olduğu ve savunduğu değerlerini sorgular, eylemlerinin önemini tartar, düşüncelerini gözlemler ve onlar üzerinde bir hüküm kurup kuramayacağını görmek ister. Düşüncelerinin her şeyin merkezinde yer aldığını anlar. Ona hem acı veren hem de onu iyileştiren yine insanın düşünceleridir.
İnsan ilk zamanlardan şimdiye ve ileriye, her zaman kendisiyle, kendi öz düşünceleriyle savaşan bir varlık oldu. Başına ne geldiyse, başkalara ne getirdiyse hepsi düşüncelerle başladı.
Ve o varoluşsal dönüm noktasına geldiğinde, o evreyi aştığında insan düşünceleri üzerinde hakimiyet kurar. Ve düşüncelerini aşan insan, kendini aşar. Kendini aşan insan ise, dünyayı aşar. Böylelikle, tırmandığı dağa dünya onu görsün diye değil, o dünyayı görsün diye çıkar.