İnsanların çoğu sınırlı bir hayal gücüne sahiptir. Duyumlarını uyaracak ölçüde yakınlarında gerçekleşmeyen bir olaya ilgi göstermek pek içlerinden gelmez; ama aynı şey gözlerinin önünde, doğrudan duygularına dokunma mesafesinde gerçekleşirse, bu olay önemsiz bile olsa, hemen aşırı bir duyarlılık gösterirler. Böylelikle normalde nadiren görülen tepkilerini ölçüsüz ve abartılı denebilecek bir sertlikle telafi etmiş olurlar.
Geçtiğimiz kırk gün içime bir şeyler oldu. İlk önce kalbime ok gibi dört kelime saplandı. “Her şeye hazırlıklı gel” dediler, her kelimesi ayrı ayrı bir yeri nişan aldı. Sonra biri başın sağ olsun dedi, o bıçak gibi girdi kalbime. Devamında hançerden tut mızrağa, iğneden tut kıymığa kadar bütün delici cisimlerle amansız bir saldırı başlattılar içime. Geçtiğimiz kırk gün, kalbim kalplikten çıktı, moleküllerine ayrıldı. Herkes kelimelerine dikenli teller geçirmiş sanki, oralara takıldım kaldım paçavra gibi.
... sana hiçbir resim ve hiçbir işaret bırakmıyorum, senin de bana hiçbir şey bırakmadığın gibi: beni asla, hiçbir zaman tanımayacaksın. Hayattayken kaderim buydu, ölümümden sonra da böyle olsun.
Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için ?
Eğer hisleri gerçekliğin tamamı değil de bir parçası olarak yorumlarsan hisler yol göstericidir. Ancak yolunu sadece hislerle bulmaya çalışırsan yanlış rotalarda kaybolman kaçınılmaz olacaktır.
Hayat yolunda sen çabalarsın, bir şeyler değişir ya da değişmez. Sonucun ne olduğu, ne yapman gerektiği gerçeğini değiştirmez, her halükarda mücadele etmek zorundasındır. Hayat mücadele üzerine kurgulanmıştır.