Hayat seçimlerden ibaret. Herkes kendi seçimini yapar ve kendi seçiminin sonuçlarına katlanır. Bazen dışardan bir gözle bakmak lazım , büyük resmi görmek gerekir. Olayın içindeyken farketmediğimiz aslında çok açık olan , bizim için hayırlı olan ve ya olamayanı görmeyiz , görmek istemeyiz. Bu durumlarda zorlamamak gerekir. İşte tevekkül etmekte tam burada devreye giriyor. Allah sizin için hayırlısı bu dediği halde biz görmemekte ısrar edip olması için uğraşırsak işte o zaman Allah ta sonuçlarına katlanmamızı ister. Hayatı zorlamamak lazım . Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır bilemeyiz. Doğrusu bizi bulacaktır sabır.
Batı bildi ve yönetti. Şimdi sıra...?
- Orta Çağ dönemi ''Canterbury Hikayeleri'nde'' ki İngiliz edebiyatının ana damarlarından biridir. Eserde Hipokrat ve Galen'in yanında sıkı durun, İbn-i Sina, er- Razi, el- Kahhal ve İbn-i Rüşd'e yer alıyor. Chaucer, İbn-i Sina'yı Hipokrat'ın yanına
Hiç de birşey söylemek zorunda değilsin. Yapmak zorunda olmadığın birşey olarak hatırla bunu daima. Çoğu insan sırf bulunmaz bir hiçbir şey söylememe fırsatını kaçırdığı için çok şey kaybetmiştir.
Ego (burada anlam olarak benlik kabul edilmektedir), eğer sağlıklı idare edilirse tıpkı aşk gibi en itici kuvvetlerden birisidir. Ama enerji veren bir çekirdek olduğu unutulunca, rijit ve insanı esnemez hale getiren ağırlığı altında eziliyoruz. Bu, insanın kendisiyle yanlış bir tanışma biçimini ifade eder. Daha en başta yaralanan ve ezilen benlik daha sonraları da yaralayıp ezerek var oluş yollarını arıyor. Haliyle de kaçınılmaz olarak kibre dönüşüyor.
Ego ile kibir birbirinden çok farklı şeylerdir. Kibir en basit anlamıyla büyüklenme demek. Geniş, göz alabildiğine yayılan ama kuru bir büyüklenme, bir çöl. Ego ise keşfedilecek sonsuz bahçedir. Güzel bakılıp ilgilenildiğinde sonsuza uzanan; büyürken “büyüklenme”yi de aşan bir diyalektiktir.
Bizim, yani özellikle Doğu insanının kendi cebinde kaybettiği eski bir hazinedir ego. Muhammed İkbal’in ifadesiyle –bir kitabına da bu adı vermiştir- Gülşen i Raz ı Cedid’dir. Yani Yeni Sırlar Bahçesi. Girilmesiyle beraber insanı bir daha geri dönülmeyecek şekilde değiştiren bir olumlu tanışma, bir mukaddes kendine yolculuktur.
İçimdeki büyücüdür ego. Avcumu kendi avcuma almaktır. “Bir kere de ben bakayım şu falıma, hep okundum; bir kere de kendim okuyayım kendimi,” diyen sestir. Dâhilden işitilen, tok ve babacan sesli bir ulaktır.
Merhamet bütünleşik bir şeydir. Kapsayan bir terimdir. Bundan dolayı kucaklamak anlamı da vardır. Bir iletişim ağıdır merhamet. İnsandaki tüm diğer hislerin sağlıklı çalışmasına yarayan temel bir unsur gibi. Hani sanki temel aminoasitlerin yokluğunda nasıl gerekli proteinler sentezlenemez de insan hastalanırsa, merhametsiz insanın sağlıklı
İrlandalı immateryalist filozof George Berkeley maddelerin birer gerçekliği olmadığını iddia ediyordu. Ona göre ancak ruh vardır ve maddenin varlığı ise ancak algılanmak ve idrak edilmekten ibarettir. Berkeley’in iddiasına dair verilen meşhur bir örnek vardır. Bu örneği Berkeley, Hylas ve Philonous Arasında Üç Konuşma isimli eserinde bizzat
Hadi biraz felsefe konuşalım. “Kendini bilmek”ten bahsedelim.
Öncelikle biraz alt bilgi vermek istiyorum. Ortadoğu medrese geleneğinde bazı ilimler alet ilmi olarak adlandırılır. Mesela mantık alet ilmidir. Çünkü ancak sağlam bir mantık alt yapısıyla diğer ilimler sağlıklı şekilde öğrenilebilir. Şimdi gelelim tekrar “kendi” ya da “kendilik”
Zevksiz yaşıyorum. Tatsız tuzsuz. Kimse beni kandırmıyor. Beni kimse pastadan evlerle besleyip şişmanlatmıyor. Kazanlar hep bensiz kaynıyor. Ekmeklerden pusula yapsam; gelip biri bozmuyor. Kuşlar da mızıkçı değil. İstesem uçmayı, istesem kanatlarını bırakıp gidecek kuşlar. Ne bir kurt yoluma çıkan, ne pençe ne tüfek. Başlıklar hep kırmızı
Tüm saat farkları ve mekânsal uzaklıklar hasrete geçerli bahaneler bulmak için...Bu dünyevi sebebler olmasa, içindekiyle kavrulan insan çatlar giderdi.
Beni kendimle yüzleşmekten koruyan müşfik bir dert küpüdür dünya. Elimi yakıp yüreğimi unutturan...
Bir yerler için efkâr vakti:
Yitip gitmekten daha çok koyan şey yitip gidenin farkına varmak. Farketmeden yitirenler için ne mihriban bir anadır hayat.
Yine de ben, farkeden ve sızısını hatırlayan azınlığın oğluyum.
Efkâr dediğimde "Hayrolsun, canın mı sıkkın?" diyenden de bîzarım. Bir ikindi kahvesi bir de anlaşılmak alır yorgunluğumu.