Sylvia Plath’in tek romanı Sırça Fanus.
Öncelikle otobiyografik bir roman olmasından dolayı kitap ve Sylvia Plath’in hayatı eş zamanlı okunabilir, hatta öyle okunursa çok daha verimli olacağını düşünüyorum. Feminist okumalar arasına alınabilecek, her ne kadar günümüz feminist anlayıştan çok uzak olsa da temellerinin kişisel boyutta dürtüsel bir şekilde atıldığını hissettiğimiz bir kişilik ve roman. Tam 1950’lerin New York’u yani, patriarkal bir toplumda kadın imgesini genelleyebileceğimiz bir karakter. Sadece çocuk doğurup gelecekteki eşinin isteklerini yerine getirmekten çok daha fazlasını isteyen bir kadının sancıları ki aradığını bulamadığından aynı zamanda nevrotikliğe varan da bir hayat. Bu noktada kitaptan şu alıntıyı vermek istiyorum:
“Nerede olursam olayım bir gemi güvertesinde pariste bir sokak kahvesinde ya da van goghta hep aynı sırça fanusun altında kendi eksimiş havamda bunalıyor olacaktım.”
Bir başka alıntı da şu: “Sırça Fanus’un içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür.”
Kitabın ismini de alan Sırça Fanus, kendini dışarıya soyutlamayı, içe dönüşü simgeliyor. Fakat bunun yanında, kendi kafasının içinde devam eden bu döngüde, dışarıya karşı hala görünür olmak ve çaresiz hissetmek...
Sylvia Plath’in annesiyle arasının kötü olması, babasına duyduğu özlem ve kocasıyla yetersiz ilişkisi. Her şey olmak isteyen ama sırf kadın diye hep o sırça fanusta ekşimiş havayı soluyan iç içe geçmiş bir karakter ve onun tek romanı.
Herkese öneriyorum.