Suspirium

Kalabalıklara karışıyordu, ama o kadar anksiyete yüklüydü ki insanlar sezgisel olarak ondan ve yaydığı kasvetten uzak duruyorlardı. Bu olguya "expectancy prophecy (beklentinin gerçekleşmesi)" denir. Yani olmasından korktuğumuz şeyi başımıza getiririz. Var olduğumuzun kanıtlarını dış dünyadan beklediğimiz oranda kendimizi yok hissetmekten kurtulmamız zorlaşır.
Sayfa 94 - çok tanıdıkKitabı okudu
Reklam
Başarı insanın kendi hayatını yaratabilmesidir, standartları ne olursa olsun. Biçimsel başarıya odaklanmanın bedeli ise başarının kölesi olmaktır.
Geleneksel yapıda ebeveynine kayıtsız şartsız itaat etme durumunda olan çocuk, infantil omnipotens döneminde genellikle aşırı kısıtlanır. Böylece zamanında yaşanamamış olan bu dönem kendisi ebeveyn olana dek ertelenir ve sıra kendine gelip de ebeveyn olduğunda vaktiyle yaşayamadığı infantil omnipotensini ebeveyn kimliğiyle yaşamaya başlar. "Ben bilirim, ben ne istersem o olur" tavrıyla sahneyi çocuklarından çalan ana babalar, bu taleplere katlanmak zorunda kalan çocuğun özerklik denemelerine zemin sağlayan infantil omnipotens dönemini engellemiş olur, o çocuk büyüyüp de sıra kendine gelene dek.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Şey" bir bakıma, başkalarının bizde gördüklerine inandıkları ve aslında biz olmayan imgelerden oluşur. "Şey" olmaya zorlandığımız için güvenliğimiz nedeniyle bilinçaltında sinsice biriktirdiğimiz kızgınlığımız, kendimizi değersiz hissetmemize neden olur. Değersizlik duygusunun temelinde bu kızgınlık bulunur ve insanın dünyayla olan ilişkilerini çeşitli biçimlerde ve dolaylı olarak yönlendirir. Bilinçaltındaki kızgınlık ve isyanı denetim altında tutabilmek için çevresine sürekli ödün veren, verdikçe daha çok kızan, kızdıkça daha çok veren, kısırdöngüye kapılmış insanların sayısı hiç de az değil.
Kendimizi "kimlere göre ben nerdeyim" rüşvetine göre algılayacağımıza, "bana göre kimler nerede"yi dikkate alarak düzenlemek benmerkezcilik değil, benliğimize sahip çıkabilmektir.
Reklam
Doğduğu anda bebek çevresiyle "ilişki kurma" dürtüsünü yalın bir şekilde yaşar. "Ben" diye bir şey bilmez, çünkü ilişkiden başka varoluşu tanımaz. Böyle bir yaşantıda tek başına bir "ben" yoktur, "ben-sen" tek bir yaşantıdır. "Ben-sen" ilişkisindeki "ben", birlikte olduğu "sen"le ilişkisi içinde belirlenir. Burada "sen" ile kastedilen yalnızca insanlar dünyası değil, doğadaki her şey ve onun da ötesinde evrenle kurulan ilişki içinde, yani teklikte varolmaktır.
Çoğu seçimlerimiz şartlanmalar sonucu yapıldığından, zaman zaman can sıkıntısı, durgunluk ve bir türlü giderilemeyen boşluk ve anlamsızlık duygusu yaşanabilir. Viktor Frankl bu durumu "varoluş vakumu" olarak adlandırmıştı. Böyle durumdaki insan kendine ve dünyaya inancını yitirmiş gibidir, yönünü bilemez ve yaptığı şeylerin anlamını soruşturup cevap bulamaz. Özgür olduğu zamanlarda ne yapacağını bilemez. Frankl'a göre, varoluş vakumuyla yüzleşmek durumunda kalma hallerinde, günümüz insanının sezgilerine yabancılaşmasının ve sağduyudan kaynaklanan bazı değerlerini yitirmiş olmasının önemli payı var. Ne istediğini seçmekte zorlanan günümüz insanı genellikle ya başkalarının yaptığını yapıyor ya da üst-sistemlerin taleplerine boyun eğiyor. Bu da hayatına yön verebileceğine ve çevresi üzerinde etkili olabileceğine olan inancını yitirmesine neden olabiliyor. Şartlandırılmalarımızdan ötürü çeşitli oranlarda proje insanlar olduğumuzdan, hepimizin içinde birimizden diğerine değişebilen genişlikte birer vakum bulunur.
Sayfa 27 - özerk insanKitabı okudu
Denenmemişin korkusundan ötürü, bizim için zararlı olduğunu bile bile, bilinene tutunmak. Bu nedenle, psikoterapide, gereksiz savunma sistemleri terapist tarafından köşeye sıkıştırıldığında insanlar bazen yakalanmışlık duygusu yaşarlar. Ancak bu, insanın toplum normlarına değil, kendine karşı işlemiş olduğu suçun yakalanmışlığıdır. Yakalanmışlığın içeriğini oluşturan gerçek duygu, insanların kendilerine ulaşma umudunu ve hafiflemeyi içerir, hatta bazen gülerek karşılandığı bile olur. Kendimize karşı işlediğimiz suçlara "varoluş suçluluğu" denir ve vicdanımızdan kaynaklanan suçluluktan farklı bir olgudur.
Benim seni kutlamam mı gerek? Niçin? Hiç derdine derman oldun mu sen Derdine derman bulamayanın? Gözyaşını sildin mi hiç Başı darda olanların? Kim adam etti beni? Güçlüler güçlüsü Zaman Ve önü sonu gelmeyen Kader, değil mi? Onlar değil mi Senin de benim de efendilerimiz?
Sayfa 60 - GoetheKitabı okudu
Su evrende siz tanrılardan Daha zavallısı var mı bilmem: Kurban vergileri Dua üfürükleriyle beslenir Haşmetli varlığınız zar zor. Size umut bağlayan budalalar, Çocuklar, dilenciler olmasa Yok olur giderdiniz çoktan.
Sayfa 59 - GoetheKitabı okudu
Reklam
"...Algılama yalnız başına dünyayı değiştirmeye yeter. Evet, dünya gerçekten burada durur. Ancak olgusal düzeyde bakıldığında, bu dünya sayısız olasılıktan yalnızca bir tanesidir. Biraz ayrıntıya girecek olursak, adımını sağa ya da sola atman neticesinde de dünya değişiverir. Belleğin değişimine bağlı olarak dünyanın da değişmesi garipsenecek bir durum değil
Sayfa 391Kitabı okudu
İnsan bir şeyleri başarmak istediğinde çok doğal olarak üç noktayı kavramalıdır. Ben bu ana kadar, ne kadar işi tamamlayabildim? Şu an hangi konumdayım? Bundan sonra ne yapmalıyım? İşte bunlar, temel sorulardır. Bu üç nokta elinden alınırsa, geriye korku, kendine güvensizlik ve bezginlik hissinden başka bir şey kalmaz.
Sayfa 286Kitabı okudu
Kendime biçtiğim değer acı verici ölçüde düşükken, kendime ilişkin fantezilerimden ihtişam akıyordu. Başarı için kendimi gerçekten ortaya koymam gerektiği düşüncesi küçük düşürücüydü; bu sanki kendime ilişkin diğer korkunç görüşü doğrular gibiydi, varoluşunun tek nedeni ocağın tütmesini sağlamak olan ürkek üvey kız kardeş Sindrella gibi ben de bir iyilik perisini, bir prensi -bana bir çıkar yol gösterecek herhangi bir insanı- bekliyordum.
Sayfa 227Kitabı okudu
Kadınlar, başarıyı sahiplenmekten kaçınırken, başarısızlığın sorumluluğunu üstlenme fırsatına balıklama atlamaktadır. Erkekler, sorumluluğu koşulların, bir başkasının, vb. üstüne atarak başarısızlıklarının nedenlerini dışsallaştırma eğilimi göstermektedir. Kadınlar ise sanki toplumun paspası olarak doğmuş gibi, olayların suçunu kendilerine alırlar. (Bazı kadınlar, suçu üstlenme heveslerini sanki bu bir tür özgecilikmiş (özveriymiş) gibi göstermekten hoşlanıyor. Ama değil. Suçu üstleniyorlar, çünkü gerçek suçluları yüzleştirmeyi ürkütücü buluyorlar.)
Sayfa 133 - Ahmaklığın KanıtıKitabı okudu
Araştırmalar, kızların, özellikle de zeki kızların özgüven alanında ağır sorunlar yaşadığını göstermektedir. Bu kızlar sürekli olarak kendi yeteneklerini küçümser. Çeşitli (acemi oldukları veya bildikleri işlerde) ne yapabileceklerini düşündükleri sorulduğu zaman, erkeklerden daha düşük değerlendirmeler yapmakta ve genelde gerçek performanslarına da olduğundan az değer biçmektedirler.* *Bazen not düşme kışkırtması dayanılmaz oluyor. Bazı araştırmadan çıkan sonuçtan çok bu sonucun nasıl yorumlandığı önem kazanıyor. Çünkü araştırmadan çıkan sonuç, değişmez bir yorumu garantilemiyor, tam tersine çoğu kez birbirine yüz seksen derece ters yorumlar bile yapılabiliyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi de bu araştırma. Örneğin Collet buna özgüven yokluğunun, erkeklerde ise özgüvenin ve gerçekçiliğin bir göstergesi diyor. Ama örneğin ben bunun bir derste saygın bir (hanım) profesör tarafından şöyle yorumlandığına tanık olmuştum: Bu, erkeklerin gerçekçi olmadığını, kendi yeteneklerini abarttıklarını, kendilerine olduğundan fazla değer verdiklerini, tersine kadınların kendi yetenekleri konusunda daha gerçekçi olduklarını gösterir. Cinsler arası farklılıklar üzerine yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlardan çok, bu sonuçlara neresinden ve daha da önemlisi ne amaçla bakıldığı önemli. S.B
Sayfa 115 - Aşırı Yardım ve Kızların SakatlanmasıKitabı okudu
227 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.