Öncelikle kelimeleri toparlamakta zorluk çektiğimi belirtmeliyim. Kitap yorumu yaparken çok nadir karşılaştığım bir durum bu benim için.
Kitap 'tuğla' kitaplardan, bir hayli kalın yani . Ciltlerce kitap okumama rağmen hala da kalın kitaplar biraz gözümü korkutur. Bu da onlardandı ama başlamak için hiç güçlük çekmeden bir anda başladım. Lakin bir anda bitiremedim. Kitabın belirli bir konusu olmamasına rağmen akşama kadar kitaptan bahsedebilirim. Bir iç döküşün yahut çöküşün romanı. Arkadaşı intihar eden Turgut Özben'in dilinden okuyoruz. İç çekişlerini , bocalamalarını , saçmalamalarını , bir suçlu aramalarını okuyoruz. Lakin ne muntazam bir anlatıştır bu. Evet yedi yüz sayfa boyunca bunu okuyoruz , okurken duygu değiştiriyor ve çoğu zaman gözyaşları kendini salmamak için çırpınırken okuyoruz.
Ölümün yakıcı sıcaklığı ve dondurucu soğukluğunu , arkada kalanların çektiği ızdırap verici acıyı en içimde hisettim. Bazı duygular kelimelere dökülmez , burda da dökülmemiş zaten çağlamış adeta . Oğuz Atay o vakit kimi kaybetti , hangi acıyı/ ıstırabı duydu diye ölesiye merak ediyorum. Yaşamadan yazılmaz çünkü. Hayatta olsa onu bulmak için kapı kapı dolaşır ve kendi hikayesini anlattırırdım. Bu nasıl bir kalem tutmadır , bu nasıl bir acı çekmedir.
Kitap herkese hitap etmeyecektir hatta yarım bırakanlarla beğenenler yarışırlar . Lakin ben bayıldım! Dilime ve aklıma geldikçe bahsedecek ve çokça abartacağım ya da abartmayacağım zira en güzel kelimeler bile abartı olmaz.