Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç şöyle konuşabilir bizimle: Sus! Bak bana! yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler. Bırak Konuşsun içindeki Tanrı, o zaman susacaklar. Yolun seni anandan ve yurdundan uzaklaştırdığı için endişelisin. Ama attığın her adım, her yeni gün seni anana yaklaştırır. Orası ya da şurası değildir yurdun. Yurt ya içindedir ya da hiçbir yerde.
Şimdiki gençlere söylüyorum, zahmetten kaçmayın. Tren mi var, atlayın; yol mu var, gidin. O yaşlarda yeni yerleri görmenin zevki başkadır. Tecrübeyle görmek de güzeldir ama gençlik enerjisiyle dolaşmak bir başkadır.
Biz de kimse yerinden kıpırdamaz. Halbuki değişmeyi, değiştirmeyi bileceksin. Konforundan vazgeçmeyi göze alacaksın. Kendi dünyanı yerinden kendin oynatacaksın. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır.
Ayfer Tunç'un okuduğum ilk kitabı. Çok beğenerek okudum. Bu kitabında kısa kısa öyküler yer alması ilk etapta ön yargılı şekilde yaklaşamam neden oldu. Çünkü kitabı bir bütün zannediyordum. Ama her hikayesi ayrı güzel ve benzersizdi. Biraz kasvetli hava hakim öykülerinde. Yalnızlık temasını her hikayesinde diğer bir hikayesinden bağımsız o kadar güzel anlatmış ki. Ses tutsağı öyküsünü öyle betimlemişim ki zihnimde lütfen filmi yapılsın. Cinnet bahçesinde ise her bir karakterin bakış açısyla şüpheliye bakmamız Monster filmini anımsattı. Ulvi efendinin elalem ne der fikrinden olabildiğince uzak olması ve kendi benliği ve geçmişiyle klasik batı müziği sevdasının anlatıldığı öykülerle harika bir kitaptı.
Aşk öyle garip bir histir ki, aklı başında, makul bir insanın asla yapmayacağı şeyleri ancak bir aşık yapar. Bu bakımdan, makul olmayan bir şeyi yaptığı için aşıkları biraz aptal saymak ve fakat, yüce bir his uğruna yaptıklarını nazarıdikkate alarak, müsamaha göstermek lazım gelir.
.
.
.
Aslında bakılırsa, aşk insanın aklını başından alır demek tam manasıyla doğru sayılmaz. Aşık, aşk mevzuunun haricinde bir şey düşünemez demek zannımca daha doğru.