Toplum içinde olduğum zamanlarda da hayranlığımı ifade ederken yapay bir heyecan sergileyip etkileyici şeyleri abartarak içimin ne kadar hissiz ve kayıtsız olduğunu gizlemek için bir anlamda gösteri yapıyordum.
...hiçbir yere tutunmadan, hiçbir yerde köklenmeden, akan suyun üzerinde kayar gibi yaşıyordum ve bu soğuklukta ölü, cesedimsi bir yan olduğunu gayet iyi biliyordum.
...özlemini çektiğim şey arzulardan ziyade, arzulama arzusuydu; daha güçlü, daha bağımsız, daha tutkulu, daha doyumsuz istek duyma, daha yoğun yaşama, belki de acı çekme ihtiyacıydı.
Öte dünyalı diğer insanlar gibi ben de insandan ötesinin kuruntusuna yakalanmıştım. İnsandan öte mi gerçekten? Ama kardeşlerim, yarattığım bu tanrı, insan elinden çıkma, insan deliliğiydi, diğer tanrılar gibi!
Simon gene konuştu:
“Belki bizler bir çeşit...”
Simon, insanlığın başlıca hastalığını dile getirmek çabası içinde, derdini anlatamaz hale geldi. Sonra birden esinlendi:
“Dünyanın en pis şeyi nedir?”
“Canavarlara inanmıyorum elbette. Domuzcuk’un dediği gibi, yaşam bilimseldir. Ama bilmiyoruz, öyle değil mi? Yani kesinlikle bilmiyoruz demek istiyorum...”
“Büyükler bilirler” dedi. “Karanlıktan korkmazlar. Bir araya gelirler, çay içerler, tartışırlar. O zaman işler yoluna girer...”
“Onlar adayı ateşe vermezlerdi. Kaybetmezlerdi de...”
“Onlar bir gemi yaparlardı...”
Üç çocuk karanlıkta durdular; boşuna uğraştılar, büyüklerin yaşamının görkemini anlatabilmek için:
“Onlar kavga etmezler...”
“Benim gözlüğümü kırmazlar...”
“Canavardan söz etmezler...”
Ralph sırtüstü yattı, hindistancevizi ağaçlarına ve gökyüzüne baktı:
“Toplantılar! Amma da bayılırız toplantılara! Tanrının günü toplantı olsun. Günde iki kez toplantı olsun. Konuşup duralım...” Dönüp dirseğine yaslandı: “Bahse girerim ki, şimdi denizkabuğunu öttürsem, koşa koşa gelirler hemen. Hepimiz ağırbaşlı haller takınırız. Biri kalkıp der ki, bir jet uçağı yapalım, ya da bir denizaltı, ya da bir TV alıcısı. Toplantı bittikten sonra, beş dakika çalışırlar; sonra gene basıp giderler ya da ava çıkarlar.”
Canlı bir şeyleri egemenliği altına alınca, mutluluğu aşan bir duyguya kapıldı. Bu küçücük yaratıklarla konuşuyor, onları yüreklendiriyor, onlara buyruklar veriyordu. Suların yükselmesi yüzünden geri çekildiği, yaratıklar da ayak izlerinin bıraktığı küçük koyların içinde mahpus kaldığı sırada, kendini ayrıca üstün sandı