Beni çokça etkileyen hatta yerden yere vuran, elimden kalemi düşüremediğim, sayfaları çizmekten yorulduğum ve bazı kısımlarda derin derin nefesler aldığım bir kitaptı. Kitap ölüm(de), yaşam(ki), felsefe(işte) üzerine yazılmış. Ölüm kısmını okurken her cümle de çok doğru diyerek okurken yaşam kısmında nefesimin kesildiği yerler oldu. Özellikle “Yaşamında, yürüyüp yürüyüp, bir an durunca, çevrene bakıp göreceksin ki, yürüyüşüne şu ya da bu noktada katılmış, bir süre seninle birlikte yürümüş kişilerden hiçbir yok yanında…” bu kısmı okuduğumda vurulduğumu hissettim. O kadar haklı ve doğruydu ki şimdi bile yürüdüğün yolun yarısına bile gelmeden baktığında sevdiğin insanları bulamıyorsun ne yazık ki.. Bazı cümleler tekrarlı gibi görünse de aslında içimize daha çok işlesin diye yazılmıştı sanki. Ben bu durumdan hiç rahatsız olmadım. En çok etkilendiğim kısım yaşam olsa da ölüm kısmınında geri kalır kısmı yoktu. Bu kitabın üçleme olduğunu bilmiyordum diğer kitapları da alıp mutlaka okuyacağım. Başucu kitabım oldu. Altını çizdiğim yerleri dönüp dönüp okumak, hayatımda yer yetmesi için çabalamak istiyorum.
De ki İşteOruç Aruoba · Metis Yayınları · 20185bin okunma
“Hayat öyle bir denklemdir ki evladım, her anında ve her parçasında denktir girenle çıkan. Birinin verdiği, diğerinin aldığıdır. Zaten alan da aslında verendir. Denklem işte..”
Ne diyeceğimi ne yazacağımı toparlayamıyorum ama tek kelime ile BA-YIL-DIM!! Uzun zamandır okuduğum en keyifli en farklı kurguya sahip bir kitaptı benim için. Yer yer güldüğüm yer yer düşündüğüm bazı denklemlerin etkisinden çıkamadığım çok farklı bir tadı olan harika bir kitap. Ana karakterimiz Musa, bunaldığı hayatından kaçmak için Uzunharmanlar’a taşınır. İçinde tuhaf olayların yaşandığı bir ev ve en başından beri onu mahalleden göndermek isteyen komşularla sınanmaya başlar. Komşularının onu göndermek istemesinin sebebi sevmemeleri mi yoksa gerçekten Musa’yı düşünmeleri mi? Kitabın sonuna kadar bu cevabı öğrenemiyorsunuz ve sonunda şok oluyorsunuz. O kadar ustaca kurgulanmış bir eser ki. İçerisinde acı, dram olmadan da insanın içini acıtıyor bazı cümleler. Altını çizdiğim çok yer oldu. Kısım kısım çok acayip küfürlerin yer alması rahatsız etse de karakterin bir parçası olarak düşününce küfürler bile bütünleşti. Çok güzel benzetmeler, hayat dersleri vardı. Özellikle kitaptaki denklemler durup durup düşünmemi sağladı. Okurken Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Cadı veya Gulyabani mi okuyorum acaba diye düşünürken sonu çok güzel bağlandı. Sezgin Kaymaz’la ilk tanışma kitabım ama son olmayacak
“Kırlara ormanlara gitmek istiyorsan kırlara ormanlara gitmek istediğin için git, şehrin gürültüsünden kaçmak için değil. Çünkü kurtulduğunu düşündüğün her dakika misliyle sana dönmüş bulursun o gürültüyü.”
“Kırlara ormanlara gitmek istiyorsan kırlara ormanlara gitmek istediğin için git, şehrin gürültüsünden kaçmak için değil. Çünkü kurtulduğunu düşündüğün her dakika misliyle sana dönmüş bulursun o gürültüyü.”
“Hayat öyle bir denklemdir ki evladım, her anında ve her parçasında denktir girenle çıkan. Birinin verdiği, diğerinin aldığıdır. Zaten alan da aslında verendir. Denklem işte..”
Dijital çağın içinde Ortaçağ da gibi yaşayan bir kız. Zayıf ve uzun, evliliği aklının ucundan bile geçirmiyor. Kitapta adı bile yok. Mahalleli kuru kız diyor ona. Ailesinin birer birer ölmesinden sonra bir başına kalıyor kuru kız. Ne yapacağını bilmeden, meraklı komşular, eleştiren gözler hayattan iyice soğutuyor onu. En sonunda karar veriyor dünyanın sonuna gitmeye. Gidip bir daha dönmemeye. Bu kitapta kuru kızın hikayesini okuyoruz aslında en çokta kayıplarını. Şunu söylemem gerekirse kitap kesinlikle Ayfer Tunç kalemi değildi. Diğer kitaplarına göre çok zayıf kaldı ama hızlıca okudum oldukça akıcıydı. Tam bir günümüz hikayesiydi. TikTok, YouTube, Dualingo gibi uygulamaların ismi bolca geçiyordu e tabi birde pandemi. Özetle yeni kitap okumaya başlayan birine kesinlikle öneririm zevkle okur ama okuma zevki oturmuş birisine önerirken bir kaç kez düşünmem gerekir
Kuru KızAyfer Tunç · Can Yayınları · 20233,377 okunma
“İnsan bu. İyi olması da kötü olması da kendine özüne ve içine bulunduğu şartlara bağlı. Şartlar kötüleştikçe kötülük de artıyor. İnsanoğlu dayanışmayı içselleştiremiyor bir türlü.”
“Zaman çok enteresan bir şey… Bazen her şey durdu sanıyorsun, bu acı hiç geçmeyecek sanıyorsun ama zaman seni dinlemiyor. Kendi bildiğini okuyup yoluna devam ediyor.”
Körburun, kimsenin gitmediği hatta günde bir sabah bir akşam seferi olan, Rum’u Türk’ü beraber yaşayan, güzel komşulukların olduğu bir ada. Ve bu adada yaşan insanlar.. Üç kuşağın hikayesi, 12 Eylül darbesi ve İstanbul , 50li-80li yılları kapsayan günler.. Körburun halkından Neriman Abla ile başlıyor hikaye. Neriman Abladan başlayan hikaye torunu Murat’a kadar uzanıyor ve sonu da yine Neriman Abla ile bitiyor. Çok keyif alarak okudum. Körburun da bulunmak, Seherle, Meral Hanımla tanışmak istedim. Özellikle Seher beni derinden etkiledi. Ailesi 12 Eylül olaylarında mahvolan nice insanların hikayesiydi aslında.. Nice yitip giden hayatların. Çok katmanlı çok derin hikayelerdi. İlk 200.sayfaya kadar sıkıldım gibi hissetsem de sonrasında elimden bırakamadım. Gene olarak Hikmet Bey’in kitaplarında karakteri tanıyormuşsunuz hissi o kadar çok oluyor ki kitap bittiğinde vedalaşamıyorsunuz
KörburunHikmet Hükümenoğlu · Can Yayınları · 20161,328 okunma