Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Okuyan Panda

Okuyan Panda
@_okuyan_panda
33 okur puanı
Ekim 2018 tarihinde katıldı
Niçin balıklar sofralarımızın unutulmuş kurbanları haline geldiler? Pulla kaplı ve soğukkanlı oldukları için mi? Yoksa hissettikleri acıyı haykıramadıkları için mi? Sorunun cevabı ne olursa olsun, bulgular ticari balıkçılığın tahayyül edilemeyecek düzeyde acı ve ıstıraba yol açtığını gözler önüne seriyor.
Reklam
"Memphis Meats" adında bir biyoteknoloji şirketinin yatırımcılarından Richard Branson bundan 30 yıl sonra günümüze baktığımızda hayvanları yemek için nasıl bu denli toplu katliamlar yaptığımıza dair şoke olacağımızı ileri sürdü. Eğer bu aydınlanma gerçekleşirse gelecekte teknoloji etik açıdan türlerin refahı için ileri atılan doğrucu bir adım olarak kabul görecek, gezegeni kurtaracak ve endüstriyel tarımın hayvanlara çektirdiği işkenceyi de ortadan kaldıracak.
İşte Nuh'un gemisine benzeyen büyük ev bu minval üzere hayatını yaşıyor. Her odasının, her katının, ayrı bir hikâyesi var. İnsanları bu çatı altında büyük bir aile gibidir. Her şeye rağmen hayat iyi geçer.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mevsimler birbiri ardınca atlar gider, kimse farkına varmazdı. Hem varsa bile ne olacaktı, günler sanki hep aynı mı kalacaktı! Dünyanın kuruluşundan beri her gün geçip gitmiş, yerine bir yenisi gelmişti. Belki de günler hep aynı idi de insanlara öyle geliyordu. Zülfü ve bütün Garipler için önemli olan, yaşamaktı. O da nefes, almak, su içmek, yemek, uyumak, sevişmek, çocuk dünyaya getirmek, sonra her gün çalışmaktı.
"İlkel denilen toplumlardan çok şey öğrendik. Teknik açıdan ilkel. Ama toplumsal olarak karmaşık." Jackrabbit kaşlarını çatarak yürüdü. "Biz çelişkilerin üstesinden gelmeye çalışan, işbirliğini arttıran, bir topluluk ruhu geliştiren, hastalanan, yaşlanan, deliren, ölen ... topluluklardan bir şeyler öğrenmeye çalıştık." "İyi de hâlâ deliriyorsunuz. Hâlâ hastalanıyorsunuz. Hâlâ yaşlanıyorsunuz. Ölüyorsunuz. Yüz elli yıl içinde bir şekilde bu sorunların bazılarının çözümleneceğini sanıyordum!" "Ama Connie, bazı sorunları insan olmayı bırakırsan, metal, plastik, robot bilgisayar olursan çözebilirsin ancak. Ölmek bir sorun mudur?"
Reklam
Yalnız hepsinin yüzünde garip bir can sıkıntısı ifadesi vardır. Elle tutulamayacak kadar ince, asla yırtılmayacak kadar sağlam bir ağ halinde onları saran bu can sıkıntısı, biraz dikkat edince, kahkahalarda boş bir çınlama, gözlerde soğuk bir alakasızlık halinde kendini gösterir. Söyleyen de, dinleyen de o anda başka bir şey düşünüyor gibidir, halbuki hiçbir şey düşünmezler. Ama bundan şikâyetçi değildirler; hatta canları sıkıldığının bile farkın da değildirler. Boş da olsa gülerler ve hallerinden memnun olma salar da, hayatlarında bir değişiklik istemezler. (Bahtiyar Köpek)
İşte böylece, bir zamanlar kudretlerine son yokmuş gibi görünen, yeryüzünden silinip gidecekleri akla bile gelmeyen bu devlerin şimdi sadece bataklıklarda tek tük kemikleri, müzeler de iskeletleri ve masallarda korkunç, fakat zararsız hatıraları kaldı. (Devlerin Ölümü)
Ama bu, insanın (eğer bir zirve varsayacaksak) yaşam zincirinin zirvesinde olduğu anlamına da gelmiyor. Örneğin bakteriler 3,5 milyar yıldır taştan toprağa, insandan bitkiye ne varsa kendi yaşam alanı hâline getirdi; havanın bileşenlerini, suyun muhteviyatını tümüyle değiştirdi. Öldürebiliyor, yaşatabiliyor. Tür olarak insandan daha yaşlı, daha etkili. Bilinçli ya da değil; önemli olan kompozisyonu değiştiren, dışardan gelen etkiyi aynen yansıtmayan bir unsur olması. Faillik bu demek. (Akılda tutmak gerekir ki insanın dönüş türücülüğü de tümüyle bilinçli faaliyetlerinden kaynaklanmıyor.) Dolayısıyla kolektif diye tabir ettiğimiz, eşit unsurların bir araya gelmesiyle değil, asimetrik güçleri olan varlıkların toplanmasıyla oluşuyor. Tek tek eylemlerin her biri önemsiz gözükse de bunların toplu etkisi ancak uzun zaman sonra fark edilebiliyor. Her eylem, pek çok farklı varlığın iştirakiyle icra ediliyor; müşterekleşiyor. Dolayısıyla dönüştürücü eylem yalnızca insan faaliyetleriyle, bilinçle, mantıkla, ruhla sınırlanmıyor.
Sayfa 41 - NotaBene Yayınları
Madalyonun öbür yüzünde ne var? "Öbür tarafa baktığımızda, bu kadar referans bolluğu ve ufuklarımızın genişlemesi karşısında kendimizi küçücük hissedebiliyoruz. Bireyi zenginleştiren şey aynı zamanda beraberinde güvensizligi de getiriyor. Çok daha fazla korkuyorum. Çünkü kendimi anlamlandırabileceğim sınırlı referanslarım yok artık. Eskiden kutsal kitabımı okurdum, imparatorun ya da Papa'nın bana öğretmiş olduğu dini bilgileri kullanarak dünyayı anlamaya çalışırdım. Yine "bütün dünyayı" anlamaya çalışırdım ama o zaman görebildiğim dünya "küçük" bir dünyaydı. O küçük dünyayı sağlam bir kitap eşliğinde anlamam ve kendimi de anlamlandırmam nispeten kolaydı şimdiki zamanlara kıyasla. O dinlerin, imparatorların vaazlarından ulus-devlete geçtiğim zaman, medenileştirme / aynılaştırma süreçleriyle ciddi bir kırılma yaşandı ama gene de, ulus-devlet, yerine geçtiği dini taklit ederek kurduğu yeni dil vasıtasıyla bir anlam tesis etmişti. Ulus-devlet yurttaşlık gibi kurum ve sıfatlarıyla, kurucu ideolojileriyle, kutsallaştırdığı birtakım sembolleri eşliğinde bana yine kendimi anlamlandırmam için birtakım imkânlar sağlıyordu. Artık bu imkânlar kolay kolay söz konusu değil."
XIX. yüzyılda temas kurduğumuzda karşımıza çıktıkları hal için "geri kalmış" ya da "azgelişmiş" dediğimiz toplumlar düşünüldüğünde, bariz bir olguyu gözardı ediyoruz: Bu toplumlar, bizim dolaylı ya da doğrudan yollardan sebep olduğumuz sarsıntı ve çalkantılardan sağ çıkabilmiş, kolu kanadı kırık kalıntılardan başka bir şey değildir. Zira Batı dünyasının gelişmesine imkan veren şey, XVI-XIX. yüzyıllar arasında egzotik diyarların ve buralarda yaşayan halkların sömürülmesi olmuştur. Azgelişmiş denen toplumlar ile sanayi uygarlığı arasın daki yabancılık ilişkisi öncelikle şu noktaya dayanır: Sanayi uygarlığı, söz konusu toplumlarda kendi eserini görür... -ama bir türlü kabul edemediği olumsuz bir kılıkta.
Reklam
Bilim ve hakikat, eşanlamlı kavramlardı onun düşüncesinde. Kişi, öteki insanlardan uzaklaştığı oranda hakikate yaklaşırdı. Günlük yaşam, yalanlardan kurulu yüzeysel bir düzendi. Yanından geçenlerin her biri yalnız ca bir yalancıydı. Bu yüzden zahmet edip suratlarına bakmıyordu bile. Kitleyi oluşturan şu kötü oyunculardan hangisinin yüzü çekici gelebilirdi ki ona! Gerçekte yüzlerini her an değiştiriyorlar, bir gün bile aynı rolde kalmıyorlardı.
Antropoloji, ilk ders olarak, bizimkilerle karşılaştırdığımızda bize ne kadar sarsıcı ve akıldışı görünürse görünsün, her adetin, her inanışın, iç dengesi yüzyıllar içinde oluşmuş bir sistemin parçası olduğunu ve bu bütünün içinden, geride kalanlara hasar verme riski olmaksızın bir tek öğeyi dahi ortadan kaldıramayacağımızı öğretir.
Antropologlar, yaşam biçimlerimizin, inandığımız değerlerin, mümkün olan yegane yaşam biçimleri ve değerler olmadığını; başka yaşam tarzlarının, başka değer sistemlerinin de insan topluluklarının mutluluğa ulaşmasına imkan vermiş olduğunu ve hala da vermeye devam ettiğini kanıtlamaya çalışırlar.
İlham kaynağını uzun zaman hor görülmüş, son derece mütevazı toplumlar içinde arayan antropoloji, insani olan hiçbir şeyin insana yabancı olamayacağını beyan eder.
trafik sıkışıklığındaki durgun sabır, soğuk dumanların keskin kokusu, doğuda ve batıda uzanan altı şeritteki gürültülü tembel makineler, gövde rengi solan sarı sokak lambası, eğlence yerlerinin neşeli gümbürtüsü, kente doğru uzayıp giden kırmızı stop lambaları, kentten dışarı fışkıran beyaz farlar. Henry, petrol çağının son on yıllarındaki bu ânı, tarihi açıdan görmeye ya da hissetmeye çalışıyor: ondokuzuncu yüzyıla ait bir alete yirmibirinci yüzyılın ilk başlarında son ve nihai şekli veriliyor; kitlelerin görülmemiş zenginliği acımasız modern kentte tam anlamıyla işin içindeyken, daha önceki çağlarda hayal bile edilemeyecek bir görüntü sunuyor. Sıradan insanlar! Işık selleri! Newton'un ya da çağdaş larının görmüş olabileceği gibi görmek istiyor. Boyle'un, Hoo ke'un, Wren'in, Willis'in, İngiliz Aydınlanmasının birkaç yıl boyunca zihinlerinde neredeyse dünyanın bütün ilmini taşıyan o zeki, meraklı adamların. Elbette huşu ile bakılacak onlara. İçinden onlara gösteriş yapıyor: işte bunları yaptık, günümüzde bunlar sıradan sayılır. Onların gözünden bir görebilse, bütün bu aydınlanma bolluğu harika olurdu. Ama böyle yapmak için kandıramıyor kendini. Gülle gibi oturan gerçeğin yanından el yordamıyla geçip trafikte arkada kalmanın verdiği can sıkıntısının, ya da kendisinin de katkıda bulunduğu gecikmenin, ya da on beş dakikadır tam yanlarında sıkışıp kaldığı sıra sıra mağazalarınn yavan ticari umutlarının ötesini göremiyor. Onların ötesini görecek lirik yeteneğe sahip değil bir realist o ve asla başka türlü olamaz.
148 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.