"Söylediklerimizi dinlerseniz sabırla
Söylemediklerimizi de görürsünüz oyunda." sözleriyle başlar eser.
Romeo ve Juliet, doğuda da batıda da sık sık işlenmiş bir temadır aslında. Tarihte bir çok kez, kavgalı iki aile ile birbirlerine aşık çocukları hikayelere konu olmuştur.
Şimdi sorarsınız bana: "Ee bu eser neden bu kadar popüler? Diğerlerinden farkı ne?"
Aslında, tahmininiz üzere; ustaca kaleme alınmasıdır popüleritesi. Rönesans dünyasındaki uyum, denge ve simetri anlayışı işlemiştir ruhuna. Tamam anladık, ustaca işlenmiş fakat yine gerekmez özellikle bu oyun üzerinde durmaya.
Atladığımız diğer nokta şudur aslında: Bütün oyuncular başlı başına bir karakteri anlatır, içimizden karakterleri. Julietin babası Capulet, prensle evliliği istemeyince kızının fikirlerine değer vermeyip sinirlenmesi, tehditler savurması mesela. Kavga peşinde koşan, kendini yüce gören ve küçümseyici tavırlarla tahrik eden "zorba" Tybalt. Öyle, ismi geçen karakterlere de gerek yok, düğün evine gelen çalgıcının, düğün için geldikleri evden gelinin cenazesi çıkınca, "... hadi içeri girelim de yas tutanları bekleyelim.
Hiç olmazsa karnımızı doyurur öyle gideriz." demesi. Uşaklardan tutun Rahip Lawrence'a kadar birer karakterdir aslında, içimizden karakterler.
Lakin son olarak söylemek istediğim şey, Shakespeare'in gençlik eserlerinden biri olan bu oyundan; Othello'daki, Kral Lear'daki, Fırtına'daki tadı yakalayamadım.