Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Melike Ayaz

"inanç, kendi kendini gerçekleyen en büyük kehanettir"
Reklam
mutluluk gibi bayat, eski bir terim için fazla bilgili, fazla sofistike, fazla alaycı, fazla bilge, fazla post-her şeyiz.
belki mutluluğun şartlarından biri, durum analizi yapmak istememektir. çünkü her türlü tanımlama girişimi mutluluk durumunu öldürecektir. belki bilerek mutlu olmak mümkün bile değildir. belki mutluluk geriye dönük olarak, sadece yitirdikten sonra anlaşılabiliyordur. bu görüşü ilk jean-jacques rousseau işlemişti: "altın çağ mutluluğu, ya insanlar keyfini sürecekken geçip gittiğinden ya da insanlar fark edebilecek durumdayken çoktan bitmiş olduğundan, insan ırkına hep yabancı kalmıştır." bir başka deyişle mutluysan fark edemezsin ve fark ediyorsan mutluluğa sahip değilsin demektir

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
dünyada önyargıların dışında yaşamak imkansız bir idealdir. içinde yaşadığımız çağ da bizim içimizde yaşar. ve çağlar, içlerinde yaşayan insanlar kadar bencildir: her çağ kendini üstün görür ve diğerlerinden daha fazla sevilmeyi talep eder. bu talepler de genelde karşılanır. çağımıza, vatanımız gibi büyük değer biçeriz. bizi ürettiğine göre, çağımız iyi olmak durumundadır.
dünyanın tüm kuşları bir toplantıda buluşurlar; hepsi ayrı telden çalmaktadır. bir hüthüt kuşu kalkıp doğal otoritesiyle kalabalığın sesini bastırarak kuşların doymak bilmez tutkularına alternatif gösterecek bir ruhani lider, bir simurg gereksindiklerini öne sürer. hep birlikte uçup bu simurg'u bulmaları gerekmektedir. ama birçok kuş böyle
Reklam
bugün herkes tatil, öğrenciler istisnasız daha yüksek notlar, çalışanlar terfi, sanatçılar daha fazla takdir, herkes bir sonraki ilişkisinde düşlerdeki sevgiliyi hak ediyor. çünkü başarısızlık artık modası geçmiş bir kavram. hiç kimse çok az insanın yüksek notlara veya sanatsal takdire layık olduğunu, düşlerdeki sevgili diye bir şeyin bulunmadığını kabule yanaşmıyor. başarısızlık artık yeni tabu, ağza alınması yasak yeni küfür.
insanlar artık soyma zahmetine katlanamadıkları için portakal satışlarındaki düşüş cidden şok edici ve üzücü. bu haberi okuduktan sonra daha sık portakal almaya ve portakalları daha zevkle yemeye başladım. artık portakalı son derece yavaş, özenle, şehvetle ve hepsinden öte, zayiatsız savaşlar, vergisiz sosyal hizmetler, yaptığımız haklar, çabasız şöhret, ilişkisiz seks, koşmak için giyilmeyen koşu ayakkabıları, çalışma gerektirmeyen ödev ve çekirdeksiz üzüm talep eden çağa yanıt babında, meydan okurcasına soyuyorum.
ve akıl gözden düşürüldükten sonra artık her şeyin yolu açıldı. doğruluk artık göreceliydi; herkesin kendi doğru yorumu vardı ve hepsi aynı ölçüde geçerliydi. haliyle tarihçiler olaylara yönelik herhangi birinin aktardıklarının başka herhangi birininki kadar değerli olduğunu, edebiyat eleştirmenleriyse bir metnin okur ne anlamak istiyorsa o anlama geldiğini öne sürmeye başladılar. bu yaklaşımların en büyük avantajı, anlam ve doğruluk oluşturmaya giden gereksizce zahmetli yolu devre dışı bırakmasıydı. böylece bilim, nesnel doğruluk iddiasından mahrum bırakıldı. bilimin içinde yaşadığı kültürden etkilendiği fikri, bilimin ancak birçok kurgusal anlatıdan biri sıfatıyla reddine ya da modern fiziğin geçmişte sadece türlü türlü çatlak inancı meşru kılmaya yaradığı olgusuna vardı. bilim tuhaf olabiliyorsa tuhaflık da bilim olabilirdi.
hayat dolu olmak güvenlikten, sevgi paradan, özgürlük parti ya da kamu görüşünden daha önemli olduğu zaman, yaşamın iyi ve güvende olacak; beethoven ya da bach müziğinin havası, bütün varlığının havasından daha önemli olduğu zaman; düşüncen, duygularınla çelişki halinde değil de, uyum içinde etkili olduğu zaman; yeteneklerini vaktinde kavrayıp, yaşlandığını vaktinde anladığın zaman; artık büyük savaşçıların cürümlerini değil de, büyük bilgelerin düşüncelerini yaşayacağın zaman; politikacılar değil de, çocuklarının öğretmenleri senin tarafından daha iyi ödüllendirileceği zaman; hiçbir nikah vesikasını kadınla erkek arasındaki sevgiden daha üstün görmeyeceğin zaman; düşünme yanlışlarını bugün olduğu gibi çok geç değil de, vaktinde farkedeceğin zaman; hakikatleri işitince gönenme ve formaliteler karşısında dehşet duyumsayacağın zaman; iş arkadaşlarınla birlikte yabancı ülkelerde diplomatlar aracılığıyla değil de, doğrudan doğruya hareket edeceğin zaman; yetişmekte olan kızının sevgi mutluluğu -bugün olduğu gibi- kalbini öfkeyle sarsmak yerine, sevinçle kabartacağı zaman; küçük çocukların, sevme organlarına dokunmalarının yasak olduğu ve cezalandırıldığı zamanları, artık başını sallaya sallaya düşünebildiğin zaman; insan çehreleri sokakta artık acı ve sıkıntı değil de, özgürlük, neşe ve canlılık ifade edecekleri zaman; bedenleri artık bugün olduğu gibi, çekilmiş, katılaşmış kalçalarla ve soğumuş cinsel organlarla dolaşmayacakları zaman.
umutsuz kişi için yurt yoktur, oysa, ben bilirim ki, deniz hem önümden gider, hem arkamdan gelir, çılgınlık hep elimin altındadır. birbirlerini sevip de ayrı olanlar acı içinde yaşayabilirler ama umutsuzluk değildir onlarınki: bilirler ki aşk vardır.
Reklam
denizde büyüdüm ve yoksulluk benim için şatafatlı bir şey oldu, sonra denizi yitirdim, o zaman her türlü lüks donuk, yoksunluk katlanılmaz göründü gözüme.
öğleyin, son günlerin azgın dalgalarının çekilirken bıraktığı bir köpükle örtülmüş gibi siğilotlarıyla örtülü, yarı kumluk yokuşlar üzerinden, bu saatte bitkin bir deviniyle ancak şöyle bir yükselen denize bakıyor, uzun süre dindirilmedi mi varlığı kurutan iki susuzluğu gideriyordum, sevme ve hayran olma susuzluğunu. çünkü sevilmemek yalnızca şanssızlıktır: hiç sevmemek mutsuzluktur. bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. kan, kin yüreğin kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa aşk doğurmuştu onu. içinde yaşadığımız uğultuda, aşka olanak yok, adalet de yetersiz.
tüm oranlar özenle korunmak koşuluyla, descartes kuşkusu, yöntemsel kuşku, descartes’ı bir kuşkucu yapmaya yetmez. ne olursa olsun, hiçbir şeyin anlamı bulunmadığı ve her şeyden umudu kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl yetinebiliriz? her şeyin sonuna dek gidilmeden, hiç değilse yalnızca şu sözcüğü oluşturmak için bile dünyada özdekten fazla bir şey bulunduğunu söylemek gerektiğine göre, salt özdekçilik diye bir şey olmadığı gibi, tümcül yoksayıcılık da olmadığı belirtilebilir. daha her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda, anlamı olan bir şeyi dile getiririz. dünyanın hiçbir anlamı olmadığını kesinlemek, her türlü değer yargısını ortadan kaldırmak anlamına gelir. ama yaşamak ve örneğin yiyip içmek, kendi başına bir değer yargısıdır. kendimizi ölüme bırakmadığımız anda sürmeyi seçeriz, o zaman da yaşamın bir değerini, en azından görece bir değerini benimsemiş oluruz. sonra umutsuz bir yazın ne demek? umutsuzluk sessizdir. gözler konuşacak olursa sessizlik bile bir anlam saklar. gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. konuşursa, uslamlamaya girişirse, özellikle de yazarsa, hemen kardeşimiz bize elini uzatır, ağaç doğrulanır, aşk doğar. umutsuz bir yazın terimlerde bir çelişkidir.
adlandırılmış olan, şimdiden yitirilmiş değil midir?
165 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.