‘’Selim öldü. Selimlik de ölmüştür.’’
Ve her başlangıç, taze bir yaşamla ortaya çıkarken,
Bir ölümden doğdu bu roman.
Bu ölümle doğuşun sebebi, Atay’ın her daim üzerinde düşündüğü ve ölene dek de bundan vazgeçemediği (yarım kalan kitabı, bazılarımız için hala kabuk bağlamaz bir yaradır) bir kavramdı. Bu kavram, bizzat Atay’ın da ifade ettiği
Savaş... Hayatım boyunca nefret ettim. Hiç sevmiyorum bu ismi. İsmini duyunca bile ürküyorum. Her şeyi darmaduman, alt üst eden o kahrolası Savaş. Savaş, her şeyi elimizden alıp götürüyor. Geriye acı kalıyor sadece acı. Tutunacak bir dal arıyoruz onu da buluyor muyuz? Sanmıyorum. Bedel ödeyen taraf neden kadınlar ve çocuklar oluyor? En masumu olan
.
Şubat'ın 6'sı 04.17 sallanıyorum
Akşamdan kalan baş ağrısı geçmemiş sanırım. Yok hayır her şey sallanıyor deprem oluyor.
Biz hafifçe sarsılıyoruz sadece ama onlar yıkılıyor:
Maraş,Hatay, Adana, Antep,Urfa, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Kilis, Osmaniye...
İyiyim, haberleri okuyorum çok çok kötü durum.
Adamın biri: "az önce ölen
"Her hikâyenin ruhu vardır. O ruha kalp gözü ile erişilir. Açın kalbinizin gözünü, açın ki dünya güzelleşsin açınki dünyanız güzelleşsin."
Ne kadar güzel bir alıntı değil mi sevgili kitap dostlarım. Aslında Bahar Önen Büke bu alıntı da tam olarak kitabın içindeki şiirlere dair kısa bir özet geçmiş gibi.
Gözlemlemiş ve gözlemlediklerinin şiirini yazmış Bahar Hanım. Kalbinden süzülüp, kaleminden satırlara damlayıp, duygu yüklü şiirler olmuş kelimeleri....
"Yalnızlık ruhunuzun bakımıdır, bakımınızı ihmal etmeyiniz."
"Bekleyişler, aah ah bu bekleyişlerim
Bak tutuyor işte tek tek sensizliğin envanterini
Asudeye bürünmüş yüreğimin
Aslında akıbetini de peşin peşin bildiğim
Kâle almayan yüreğinle
Kalbimin tam orta yerine bağdaş kurup oturuşunu sevdim."
"Yağmur düşüyor şehrin sisli, puslu sokaklarına
Ve siyah mantolu bir kadın sokaklarda bir başına
Rüzgâr okşuyor saçlarını, yürürken kaldırımda
Gözlerinden yaşlar süzülüyor, öpüyor yanaklarını
Arada titreyen elleriyle silse de
Gözleri oldukça ısrarlı
Dindiremiyor acısını
Ne saçını okşayan rüzgâr, ne yanaklarını öpen gözyaşı "
YALNIZLIĞIN AYRIKOTLARI
Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları
ve nasıl çölleştirirse usul usul
öylece sarmış seni yanlışlar
çürütmüş yüreğindeki öfkenin
dayanıksız tohumlarını
çorak bir toprağa döndürmüş içini
Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere
sinsi bekleyişler gibi yapışkan
iğrenç gülücükler serpiştirilmiş
belli ki sen
konacaksın acemi sekişlerle
yalnızlığın bu hayın ökselerine
Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna
Usulca okşuyorsun yalnızlığını
usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna
oysa hayat
açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde
Ah yalnız kuş
belli ki sen hiç bilemeyeceksin uçmayı.
"Sükûtu ilk bozan Muazzez oldu:
"Hep böyle gidip duracak mısın Yusuf?"
Bu sözlerden çok etkilendim ve şunlar kalemimden dökülüverdi...
Ah bu gitmeler...
Ah bu yalnızlıklar...
Ah bu çaresizlikler...
Ah bu gözü yaşlı bekleyişler...
Ah bu ümitsizce göz göze gelmeler...
Ah bu mecburiyetler...
Ah bu yakarışlar...
Ah bu sevdalık çekmeler...
Ne kadar çile dolu
Ve ne kadar kutsal.
28 Kasım 2017 01.00
Ah Toprak Ana.. Ah Tolganay... Aliman ve Canbolat... Diyeceklerim bu kadar... Ve diğerleri... Savaş yüzünden bütün erkeklerin yitirilmesi, boşa çıkan umutlar... Açlık, sefalet, cepheden gelen ölüm haberleri... Umutsuz bekleyişler... Zamansız ayrılık ve gözyaşı...
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202261,8bin okunma
Göğsümde
Sensizliğin acısıyla uyandım bu sabah....
Elimi boşluğa uzattığım o an
Ruhum,
Bir kez daha sıyrıldı tenimden...
Üşüyordum...
İçim yanarken hem de...
İçin için yanarken...
Yağmurlar yağıyordu içime yağmur gözlerinden...
Seni beklerken geçiyor günlerim...
Ah o uzun bekleyişler...
Sonu olmayan bir karanlığa hapsolmuş yollarım
Sigaramın közüyle aydınlanıyor şimdi...
Her bir nefesimde
Dumanı süzülüyor içime yavaş yavaş...
Acıyı hissetmiyorum artık...
En kötüsü de buydu sanırım...
Acımıyorsa artık insanın canı...
Emin olamaz ki yaşadığından...
Murat Karpat
Kitabın kapağı ne denli sempatik olsa da içeriği biraz ah yalan dünya. Olumsuz kelimelerin illa olumsuz anlamları olmasına gerek yok. Bazen birkaç olumsuz olumluluğu doğurur. Varmak istediğim nokta şu aslında, hani böyle tasvir edemediğimiz anlık duygularımız olur ama işin içinden çıkmak için de birine anlatmak isteriz. Ha işte onu sağolsun yazarımız , biz anlatmadan kendisi bizimle sohbet etmek için farklı anları kısa anlatımlarla kaleme almış. Başta önyargılıydım. Heralde beni depresif yapacak sandım ama biraz daha sakin ve duygusal anımda okumaya devam edince olumsuz seylerden olumlu yanlarını görmemize yaradığını anladım. İçeriğinde de ne ararsan var hem hikaye hem şiir hem illüstrasyonlar. Bence bu klasik kişisel kitaplardan ziyade seni anlayan bir dostla muhabbet havasında. Ama sonunda dediği gibi seni iyileştirmeyi vaat etmeyen bir kitap :) Çünkü o kişinin kendindeki iyiliği beslemesi ile alakalı. Beğendiğim kısımlarından biriyle bitireyim o vakit :
- Çok uzun bir yol var önünde.
Sonsuz kaybedişler, bitmeyen bekleyişler, nereye varacağı belirsiz yürüyüşler var. Bir de güzel günler var. O günlerin bir gün geleceğine dair inancın var.İnancın olmalı, hep olmalı.
Gökyüzünün maviliğine dalıp gidebilmek de kazanmaktır.
Her yenilgiye başka bir hayal ile direnmek de kazanmaktır.
Beklenen gelmese de gelecek olan elbette vardır.
Ve yürümek, birileri çelme atarken yürümek daha anlamlıdır.
Acılara da izin ver, onlar da aksın, varacağı yere varsın.
Kulak ver Mevlana'ya.
Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek.
Ruhun bir gün seni maviliğe taşıyacak.
Sakın acında kaybolma.
Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.