Vicdanlar bazen sağır ve kör olurlar. İnsan duyarsız ve umursamaz olur o anlarda ve düşünce salim kararlardan uzaklaşır. İşte o zamanlarda vicdan tutulması başlar insanda. Doğruyla yanlışın arasına nefsin gölgeleri düşer...Beyin iblisin vesvesesiyle meşgulken, fark edemez doğruyla yanlışı insan. Yanlışlar şirinleşir nefisle bakılan gözlerde...
Hizmetkarlar getirecekken ellerinden almış ve Hüdayi gibi bir gönül sultanına hizmet etmeyi kendine bir lütuf bilmişti. Hem biraz da merak etmişti herkesin hürmetle andığı, cihan sultanı oğlunun hocam dediği Hüdâyî'yi. Yüzü yaşmaklı hâlde girdi içeri. Sultan Ahmed ibriği aldı validesinin elinden ve abdest için bekleyen Hüdâyî'nin ellerine dökmeye başladı. Hüdâyî aşk ile abdest alıyor. Tenine değdikçe sanki su yanıyordu.
Abdesti bitmişti ve Valide Sultan ardında durduğu Hüdâyî'ye uzattı havluyu. Lakin içinde bir merak vardı ve kendi kendine; "Şeyh hazretleri bir keramet gösterse de görsem" diye geçiriyordu içinden.
Başını ardını hiç çevirmeden konuşmaya başladı Hüdâyî. Biraz kendine gelmiş, abdest ile ferahlamıştı;
"Ne tuhaf Sultanım" dedi Sultan Ahmed'in yüzüne bakarak "Ne tuhaf! Bazıları bizden keramet beklerler de gördüklerini fark etmezler. Zira cihanın sultanı abdest suyumuzu döküyor, validesi havlu tutuyor bize."
Mefhar - i Mevcudât, Hazret-i Fahr-i Alem
Muhammed Mustafâ râ Salevât
Allâh adın zikredelim evvela
Vacib oldu cümle işte her kula
Allâh adın her kim ol evvel anâ
Her işi âsan eder Allâh anâ