Sarmatlar, İskitlerin doğusunda yaşayan bir kavim idi. Sarmat kızları ata biniyor, ok atıyor, at üzerinde kargı kullanıyordu. Üç düşman öldürmeden evlenemezlerdi.
Nihayet, 1950'li yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde Altay Dağları'nın kuzeyi ile Sayan Dağları'nın güneybatısı arasındaki bölgenin en eski Türk yurdu olduğu anlaşılmıştır.
Türkiye tabiri ise daha 6. yüzyılda Bizanslılar tarafından Orta Asya için kullanılıyordu. Yine onlar 9 ve 10. yüzyıllarda Volga'dan Orta Asya'ya kadar uzanan sahaya da Türkiye adını vermişlerdi. 13. yüzyıllarda Mısır ve Suriye'ye Türkiye denirdi. Anadolu ise özellikle Yunan ve İtalyan kaynaklarında 12. yüzyıldan itibaren Türkiye olarak tanınmaya başlamıştır.
Atın bozkır hayatının temel unsurlarından biri olduğunu kabul etmek gerekir. Orta Asya bozkırlarının atı, en eski tarih kitabı Herodotos'tan beri övgüyle anlatılmıştır. Bozkır atları diğer bölgelerinin atlarına göre güzel değildi. Ama dayanıklılığı, soğuktan etkilenmemesi onu insan hayatında ön plana çıkarıyordu. Yiyeceklerini kar altından kazıp çıkarabilir; dal, ağaç kabuğu veya herhangi bir bitki ile beslenerek hayatta kalabilirdi. Bozkır devletlerinin yerleşiklere göre güçlü olmasının en önemli göstergelerinden biri at sürülerinin zenginliğidir.
Zamanla tabii ki Türklerin ağırlık merkezi başta Moğolistan olmak üzere Kuzey Çin'e ve Batı Türkistan bozkırlarına kaydı. Ama genel olarak Türklerin etkisi Sibirya'da günümüze kadar varlığını sürdürdü.
Çinliler yabancıları özellikle Türkleri asi, her zaman Çin'e vassal olması gereken bir millet gözüyle yazmışlardır. Çünkü kendi imparatorlarını "göğün oğlu", "Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi" olarak görüyorlardı. Zaten Çinlilerin kendi geleneklerinde "Çin" dünyanın merkezi kabul ediliyordu. Bunun sonucunda kendi başarılarını yüceltiyor, Türklerin başarılarını küçümsüyorlardı.
Ama 1893'te Thomsen'in Orhun Yazıtlarını okuması ile yeni bir devir açıldı. Artık, birçok Çince ve diğer yabancı dillerde yazılmış sayısız eski Türkçe isim ve unvanların orijinallerini öğrenme fırsatı doğmuştu. Takip eden yıllarda çok sayıda yeni yazıt ve Uygurca yazma da bulunup yayınlanınca Türkoloji şaha kalktı. Bu gelişme İslâm Öncesi Türk tarihini öğrenmemize büyük katkı sağlamış oldu.
Masmavi gökyüzünün örttüğü Avrasya'da Türkler sayısız maceralar yaşadılar. Ekonomik ve siyasi sebeplerden dolayı bilinmeyen ufuklara doğru göç etmek onların önemli özelliklerinden biri idi. Zorlandıkları anlarda sığındıkları "Gök" idi.
Türk milletinin yok olmasını önlemek maksadıyla babası ilteriş (Kutlug)'i ve annesi İlbilge'yi yücelten Tanrı, devleti veren Tanrı, yine Türk milleti yok olmasın diye Bilge'yi kağan olarak Gök-Türk devleti tahtına oturtmuştu.
Bllge'nin kafasında Türk ülkesinin sınırları yoktur. Onun ufkunda insanlığın gözünün ulaşabildiği sınırlar, yani bütün dünya Türk yurdudur. Sadece Türkler kastedilmemiş dünya ve insanlık bütün olarak düşünülmüştür. Bu sözler tarihte Türk devlet anlayışının hedefini açıklayan en iyi kaynaktır. Dünyada hakim idareci unsur Türklerdir. Diğer bütün milletler eşittir, Türk ülkesinde her hangi bir huzursuzluk çıkarmadıktan sonra rahatça yaşayabilirler. Yani Türk devletinin tebası
olabilirler. Ancak, Türk devleti kutsaldır ve ebediyete kadar yaşamalıdır.
Bu kitabedeki ifadeler gerçek bir babanın evlatlarına en içten nasihatları ikazları durumundadır. Orada sadece Türk milletinin yaşamasını sağlayacak yollar çareler gösterilmekle kalınmamış bir devlet felesefesi yapılmıştır. Türk İnanç ve hukuk prensipleri açıklanmış, sosyal dayanışma ve ekonomik faaliyetlerin millet uğruna en faydalı yanları dile getirilmiştir, Bilge, Tonyukuk ve Kül Tegin kitabeleri bu saydığımız farklılıkları ile hiçbir millette eşi görülmeyen bir tarihi, edebî, sosyal, dinî ve hukukî belge niteliğini taşımaktadır.