Kimden sual ettiysem halimi
Güldüler.
Anam bile şiir yazdığım için
Bakmadı yüzüme.
Yalnız bir öğleüstü sofrada
Ölüm mukaddermiş dedi
Halbuki yaşamak alnımın yazısı...
Ey benim alnımın güzel yazısı
Sitemin kimedir de hele bana
Sevenler kavuşmaz sabret canısı
Gözyaşın akmasın gül hele bana
Ey benim kalbimin ince sızısı
Hasret mi çoğaldı de hele bana
Seslensem adını çalsam sazımı
Kuşlarla kanatlan var hele bana
Ey benim yolumun kar'ı boranı
Konuk mu istersin de hele bana
İftarım mahşere donat sofranı
Gönlünde döşekler ser hele bana
Ben seni istemem dünya gözüyle
Uzaktan uzağa de hele bana
Gün gelir ölürsem and iç sözünle
Çok durma orada göç hele bana...
Züleyha, Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca “Yusuf” diye başladı, “Yusuf” diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın namesinde ser-nâmeden öte kelam yok. Ve Züleyha'nın lügatında, “Yusuf”tan öte sözcük yok. Yusuf dedi, kelamım artık sende hükümsüz. Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. Bil ki kelamdan da ötede sadece ah var, ah ki dünya onun üzerinde durur, Gök kubbe onun hararetiyle döner.
-alnımın yazısı olduğun kadar alnının da yazısıyım Yusuf’um-
Dağların yamaçlarından bir ordu dökülüyor ovaya
Ovanın ortası mahşer alanı
At kişnemeleri, kılıç sesleri, insan haykırışları
Zafer aşkıyla kılıcını savuran,
Acıyla inleyen,
Son nefesini vermek üzere olan,
İnsan, insan haykırışları
Koca bir toz bulutu göğü ve yerin hemen üstünü kaplıyor
Stratejiler taktikler anlamını yitirmiş
Hakimiyet yalnızca